Beslenme HakkıÜniversite

PANDEMİ ÇIKIŞINDA KENT, KAMPÜS, ÖĞRENCİ İLİŞKİSİ

Mustafa Özaydın

Haberin İngilizce / Kürtçe versiyonları için tıklayınız.

Pandemi ve sonrasında ODTÜ’de bulunan işletmelerde, yemekhanede ve kent-kampüs-öğrenci ilişkilerindeki değişime yakından baktık.

İki yılı aşkın süredir devam eden bir pandemiden çıkmak üzereyiz. Hayatımızda, bakış açımızda ve sağlığımızda kapsamlı etkiler bırakan bu süreç herkesi etkilediği gibi tüm bileşenleriyle ODTÜ’yü de etkiledi. 

İşletmeler

ODTÜ’deki işletmeler 16 Mart 2020’den itibaren 16 aylık bir kepenk kapatma sürecinin ardından, krizin ve rektörlük politikasının altında ezilerek ağır zamlarla yeni akademik yıla merhaba dedi. Kapanışın ardından ilk dönemde (Nisan-Mayıs-Haziran) vergilerin ötelenmesiyle rahat bir nefes alacağını düşünen esnaf, kasım ayı ile kepenk açamayıp bu vergileri (Damga vergisi, geçici vergiler vs.) ikişer ikişer ödemek mecburiyetinde kaldı. Bu dönemde herhangi bir geliri olmayan ve kepenkleri kapalı olan işletme sahiplerine kiralarını ödemeleri yönünde baskılar yapıldı. Özellikle kantin işletmelerinin Ankara Ticaret Odası (ATO) ile görüşüp okula sunduğu komisyon önerisi de, bu işletmelerin ATO’ya kayıtlı olduğu, esnaf statüsünde olmadığı gerekçesiyle dikkate alınmadı. Sözleşmelerindeki 8. Madde gereği mücbir sebepten ötürü (sel, baskın, deprem vs.) kira ödememe durumu olsa da rektörlükle dört aylık bir görüşme dizisinde bulunan doksan sekiz esnaf lehine bir sonuçlanma olmadı ve rektörlük bu kiraların ödenmesini istedi. YÖK, Milli Emlak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı gibi çeşitli kurumlara yapılan müracaatlar sonucu buralardan çıkan yazılar rektörlük statüsünde bir ilgi görmedi ve rektörlük esnaftan “Cumhurbaşkanlığı Kararı” istedi. Bunun da sonuçsuz kalmasıyla birlikte ODTÜ işletme sahipleri büyük borçlar altına girdiler. Aylık kiraların yedi bin, on bin, on beş bin ve daha üzerinde seyrettiği bu koşullarda işletme sahipleri yatırımlarından çıktıklarını hatta; arabalarını, evlerini sattığından bahsediyor. Tabi dükkanı hariç başka bir varlığı olmayanlar için durum daha vahim.

Yukarıdaki durumlar ve krizin neticesinde eskiden nispeten ucuz olarak nitelendirilebilecek kampüs içi yaşamında da artık bundan bir esame kalmadı. Fiyatların iki ila üç katına çıktığı yeni dönem, öğrenciler ve kampüs işçileri için dayanılmaz koşulları getirdi.

Bu yıl içerisinde ODTÜ’de düzenlenen Türkiye Üniversite Öğrencileri Bağımsız İktisat Kongresinde bir sunum yapan ODTÜ İktisat bölüm öğrencisinin yaptığı araştırma sonucu öğrencilerin büyük bir kısmının (yüzde 40) aylık 1000 ila 2000 lira; yüzde 25’lik bir kısmının ise 2000 ila 3000 lira arasında bir gelire sahip olduğunu gösterdi. Bahsedilen bu bütçelerin günde üç öğün sağlıklı ve yeterlli beslenmeye dahi yetmediği göz önüne alındığında durumun vehameti ortada. 

Yemekhane alternatif olamadı

Hayat pahalılığına bir nebze olsun çözüm, bir çıkış yolu arayan öğrenciler için; özel işletmelerdeki yemek fiyatlarıyla kıyaslayınca ucuz sayılabilecek bir alternatife yönelmek durumunda kaldı;  yemekhane. Elbette bu çaba da sonuçsuz kaldı. ODTÜ yönetimi ilk dönemki yetersizliğin üzerine ikinci dönemin başından itibaren yaptığı yüzde 44 zam ile öğrencileri yetersiz beslenmeye ve açlığa mahkum eden bir tavır sergilemekten geri kalmadı. Öğrencilerin beslenme ihtiyacını bütünüyle sağlamayan, eksik ve yetersiz porsiyonların verildiği, sadece iş günlerinde ikisi de birbirinin aynısı olmak üzere iki öğün ile hizmet veren ve vegan bireyler için bir alternatifin bulunmadığı bir kurum olarak göründü ODTÜ Yemekhanesi. 

Bu sorunların önemli bir sebebinin personel eksikliği olsa da asıl önemli sebep aslında yemekhanenin özelleştirilmesi için bir talep yaratmak, bir kapı aralamaktı. Beş yıl önce yüz yirmi personelin çalıştığı bu işletme o zaman dahi yeterli gelmezken bugün daha büyük bir kitleye hitap ederken çalışan sayısı yirmi iki kişiden ibaret.

Güncel iktidarın özelleştirme politikalarından nasibini alan ODTÜ yönetimi politikaları, kaynaklarını yemekhanenin geliştirilmesinden, personel açığını gidermekten yana kullanmayıp öğrencilerin kafasında şu soruyu oluşturmaya çalışmıştır: “Kaliteli bir yemek yesem ama fiyatı da bir özel işletmenin fiyatıyla aynı olsa hâlâ yer miyim?” Ekonomik krizin ve yoksulluğun ortasındaki genç kitle bu soruya, toplanılan beş binin üzerindeki dilekçe ve büyük bir kitle ile yapılan eylem ile cevabını verdi: HAYIR. 

Öğrencilerin mücadelesinde bitişik iki unsur ayrıyeten göze çarptı. Sağlıklı, yeterli, ücretsiz beslenme isteği ve yemekhane işçisinin insanca çalışma koşullarına sahip olması. Sınıf bilinciyle örgütlenen ve hak arayışından vazgeçmeyen kitle, isteklerini tamamen elde edemese de önemli kazanımlar elde ettiği bir noktaya ulaştı. Porsiyonların büyümesi, eksik porsiyonların tekrar yerine gelmesi ve vejetaryen büfe şimdilik bunlardan birkaçı.

Öğrenci ve Kent İlişkisi

Kapitalist İktidar – Siyasi Başkent – Kampüs üçgeninde, merkeze, krizin ortasındaki öğrenciyi koyarak şehrin insan toplulukları ile olan ilişkisini ele alalım.

Betonarmenin öncülerinden olan Le Corbusier’in “brüt beton” (brütalizm) kullanarak bir sıva veya boya olmaksızın çıplak bırakılan, kolonların dışarıda ve görünür vaziyette bulunarak duvarların yükünün hafiflettiği ve bu hafif yapının tasarımını, tabiri caizse dört duvar arasına sıkışmaktan kurtardığı bir yaklaşımı vardı. 

ODTÜ’nün tasarımında da önemli yer edinen bu anlayış özellikle Mimarlık Fakültesinde kendisini gösteriyor. Kuruluşun ve ana kampüse taşınmanın ardından ilk dönem binaları bu anlayışa sadık kalsa da zaman ilerledikçe bu bütünlük bozulmuş, ahenk korunamamış. Bu ahengi bozan yapıların ele alınmasıyla şöyle bir tablo çıkıyor: Bir çizgi boyunca brütalist-deneysel mimarinin muhteşem ve ahenkli izleri ve kalanında ile sıvanmış beton ile köklerdeki anlayışın tam karşısındaki ucuz çirkinlik!

Mekanın, kendisini açıklayan totolojik bir yaklaşım olduğu kabulüyle hareket ettiğimizde; şehirlerin, yapıların ve mekanın toplum ve birey eksenindeki ilişkisinin tamamlayıcılığı ve ve etkisi dahilinde toplumsal yaşamın girift niteliği karşısında bir uyuma sahip olması gerektiği gerçeği kesinlikle vazgeçilemez. Robert Park, “marjinal insanı” modern kültürdeki çatışmaların merkezindeki insan olarak ifade ederken, toplum içinde öznelliğin üretildiği bir algıdan bahseder ve kentin ile bireyin sorunlarının birbirleriyle çokluk çatıştığı ve kesiştiği bir durumu da açıklamış olur.

Toplumsal varlığını şehir ile oluşturan insanın bir marjinalite sorunları bulunduğu da gerçeklerimizden birisi oluverir. Multikültürel bir alanda öznesini inşa etmeye çalışırken birey, yaşadığı kafa karışıklığını gidermeye bir çare arar. Bu çarenin şehrin içinde bir ahenk olduğu vurgusunu yapmak isterim. Hakeza bireyin kendisi ve şehrin kendisi günümüz toplumunda ayrılamayacak bir yapıyla kenetlenmiştir. Kapitalist iktidarların ve burjuvanın çıkarları ise bireye bir ahenk ile onu özgürleştirme çağrısı yapıp aslında modern köleliğe ve emek sömürüsüne yol hazırlayan bir şehir yaratır. Estetiğin ve işlevin değil, uyumsuzluğun lakin itaatin zorunlu kılındığı bir yapı topluluğu oluşturur bu. Ve kendisi de bu yığının içinde kalmamak için şehirden uzaklaşır ve şehre yeni bir anlam yükler: MÜŞTEMİLAT!

Siyasi başkent içerisinde kendi ihtiyaçlarının büyük bir kısmını giderebildiği bir kampüste yaşasa da öğrenci, şehir hayatından ayrı düşünülemez. Bir bakıma iki şehirde aynı anda yaşadığını söyleyebileceğimiz bu kitle için bunun bir karşılığı vardır. İki kültürün, iki mekânın kültürüne sıkışmış bir “marjinal insan topluluğudur” üniversite öğrencisi. Dışarının karmaşası ve sayısız imkanları karşısında nispeten sadeliğin ve özgürlüğün bulunduğu bir kampüs, bu marjinaliteyi başka bir soruna, öznenin inşası ve inşayı belirsizliğe götüren bir sürece kapı aralar. Siyasi iktidarın baskıları ve ekonomik kriz kıskacında hem hayatını sürdürmeye hem de kimliğini oluşturmaya yönelen öğrenci bir kaçış yolu ister. Sistemin dişlilerine katılacağı günü bekleyen bir metal parçasıdır öğrenci. Tabi ki bun hazmedemez ve kendisine bir soru yöneltir “Bunu değiştirebilir miyim?” Çoğunluğu işsiz bir kitle olan bu grubun örgütlenme potansiyelinin ve örgütlenmesinin ardında yatan sebep de besbelli budur. Örgütlenmek; kitlenin ve yapının yıkılıp tekrar inşa edilmesini, lakin bu sefer inşa edenin, yani emekçi sınıfın çıkarına inşasını sağlamak için tek çaredir artık.

Modanın ve hızlı değişimin süregelen devamlılığında öğrenci için şüphesiz ki birçok problem mevcut. Yöntem ve teori bilinciyle kimlik inşasına girmek, bugün özellikle öğrenci için vazgeçilmez bir çıkış. Bu kimlik inşasının kazanımı da hiç şüphesiz ki en gerçekçi çıkış yolu olacak.

*Temmuz 2022

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button