Perit
Haberin İngilizce / Kürtçe versiyonları için tıklayınız.
Boğaziçi direnişi 4 ocak 2021’de eski AKP milletvekili aday adayı Melih Bulu’nun atanmasıyla başladı. Direniş atanan şahsın siyasi geçmişinin de etkisiyle ilk günlerinde büyük bir katılımla başladı. Ancak bu yalnızca Boğaziçi mensubu olmayan birinin şahsına karşı yürüttüğümüz bir hareket değildi, özgür özerk ve demokratik bir üniversite talebiyle başlattığımız bir mücadeleydi. Bu süreçte birçok öğrenci farklı hak ihlallerine uğradı. Öğrenci hareketini sindirmeye yönelik müdahaleler oldukça çeşitliydi. Sıklıkla kolluk şiddeti ve yargı tacizine maruz kaldık, havuz medya tarafından kimi zaman isim isim hedef gösterildik, okul içi disiplin soruşturmaları ve burs kesintilerine maruz kaldık. Aslında tüm bu müdahalelerin doğrudan veya dolaylı olarak eğitim hakkımızın engellenmesine sebep olduğunu hatta bu amaçla gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz. Boğaziçi direnişi uzun soluklu bir mücadele ve ana öznesi de öğrenciler. İktidar da öğrencilerin eğitim hayatını sekteye uğratacak pratikleri direnişi kırmak adına özellikle hayata geçiriyor.
Tecrit koşullarında okula devam etmeye çalışmak önemli bir mücadeleydi
İktidarın bu pratikleri birçok öğrenci gibi benim de hayatımı sekteye uğrattı. 4 Ekim 2021 günü rektörlük binası önünde katıldığım bir eylem nedeniyle 5 Ekim’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından hedef gösterildim. Erdoğan’ın konuşmasından saatler sonra gözaltına alındım. 6 Ekim’de de tutuklandım. Bir eğitim dönemim hapishanede geçti. Eğitim hakkımın gaspı bu cezanın sadece bir boyutuydu ancak yaşadığım süreci bu bağlamda değerlendirmenin önemli olduğunu düşünüyorum: zira muktedirler tarafından öğrenci değil terörist olmakla suçlanıp özgürlüğünüz elinizden alınmışken tecrit koşullarında okula devam etmeye çalışmak da önemli bir mücadeleydi.
Hapishaneler her gün sayısız hak ihlaliyle karşılaşılan mekanlar… Mahpussanız bazen en temel ihtiyaçlarınız için bile mücadele etmeniz gerekiyor. Görece kısa tutsaklık sürecimde 2 kez görüş hakkım engellendi. Gazete okuyabilmek için 2 ay boyunca uğraştım hatta tahliye olmadan önceki hafta koğuşumuzda içme suyumuz yoktu. Bunlar dışında insanlık onurunu zedeleyici ayakta sayım gibi uygulamalara karşı durduğunuz bir ortamda, her ne kadar eğitim hakkınız anayasada koruma altına alınmışsa ve hapishanelerde yüksek öğrenime devam etmek yasal düzlemde mümkün olsa da, pratikte birçok fiziki zorluk ve hak ihlaliyle karşılaşıyorsunuz.
Cezaevinde de kampüste de eğitim hakkına saldırılar devam etti
Tutuklandığım tarih, derslerimin başladığı ilk güne denk geliyordu ve tutsaklığımın ilk gününden itibaren ders materyallerime ulaşmam için avukatlarım ve dışarıdaki arkadaşlarımla birlikte çok uğraştık. Buna rağmen yaklaşık bir ay boyunca hiçbir ders materyaline ulaşamadım. Avukatlarım ya da görüşe gelen arkadaşlarım ders materyali bıraktıklarında bunlar hapishane içerisindeki eğitim komisyonu tarafından inceleniyor ve bazen uzun bir süre bana teslim edilmiyordu. Cezaevi prosedürleri ve kasti engellemelerden bağımsız olarak fiziki şartlar da dışarıdaki akademik takvimi takip etmemi imkansız hale getiriyordu. 3 ay süren tutsaklığımızın 51 gününde çalışmak için bir masam bile yoktu. Tek kişilik bir hücrede yerde fayans üstünde yazı yazıp okuma yapıyordum. Bu süreçte tutukluluğumun ne kadar süreceği oldukça belirsizdi ancak direniş boyunca hapsedilen birçok arkadaşımızın tutsaklık süreçlerinden tahminle birkaç ay içerisinde çıkacağımızı düşünüyorduk. Bu yüzden akademik takvimle senkronize bir şekilde ilerlemek, hapisten çıktıktan sonra okula devam edebilmem için önemliydi. Ancak final tarihlerim yaklaşınca okulumu dondurmak zorunda kaldım.
Tahliye olduktan sonra da eğitim hakkıma yönelik saldırılar devam etti. Okul içi disiplin soruşturmasına uğradım ve atanmış Rektör Naci İnci’nin kararı üzerine birlikte tutuklandığım arkadaşımla beraber 1 aylık uzaklaştırma cezası aldık. Biz tutukluyken aynı davada yargılanan arkadaşlarımıza da bir hafta uzaklaştırma cezası halihazırda verilmişti. Tüm bu sürecin derslerime devam etmemi etkileyen psikolojik bir yanı da vardı. Okula döndüğüm zaman özellikle kapalı alanlarda derse girmek psikolojik olarak oldukça zorlayıcı oluyordu. Bunun dışında okuldaki baskı ortamı 3 ay içinde iyice artmıştı, öğrencilere her gün disiplin soruşturması açılıyor ve yönetimin ahlakçı dayatmaları sebebiyle güvenlik görevlileri öğrencileri düzenli olarak taciz ediyordu. Eskiden birçok öğrenci için güvenli bir yaşam alanı olan kampüs, artık insanların içindeyken her an tetikte olduğu travmatik bir mekana dönüşmüştü.
Akademik hayat hasar aldı
Boğaziçi direnişi boyunca direnişçi öğrenciler olarak iktidarın baskı aygıtlarıyla sürekli yüzleştik ve pek çok hak ihlaline uğradık. Bireyler olarak en çok hasar aldığımız alan belki de akademik hayatımızdı. Yaşadıklarımızı değerlendirirken hesaba katmamız gereken önemli bir nokta olduğunu düşünüyorum: direnişin öğrenci ayağına baktığımızda bizler, yalnızca liyakat ekseninde şekillenen ve eskiyi yeniden inşa etmeye yönelik bir mücadele yürütmektense, üniversite yönetiminde söz sahibi olduğumuz bir gelecek hayaliyle hareket ettik. Öğrenciler olarak siyasi saiklerle gerçekleştirilen bir atamanın alacağımız eğitimin kalitesini düşüreceğini öngörüp buna reaksiyon göstermekle kalmadık, öz yönetim talebiyle bir mücadele yürüttük. Savunduğumuz şey yalnızca nitelikli eğitim hakkımız değildi, irademiz gençliği tebaası gibi gören bir iktidar tarafından çiğnendi ve biz buna karşı mücadele veriyoruz. Yaşadığımız hak ihlalleri ve karşılaştığımız adaletsizlikler gösterdiğimiz cüretten bağımsız değildi.
*Haziran 2022