Barınma HakkıHak İhlaliYoksulluk

Barınma eylemlerini haberleştirirken: Gazeteci Hazar Dost ile söyleşi-II

Mert Batur

Haberin İngilizce Kürtçe versiyonları için tıklayınız.

Gazeteci Hazar Dost ile barınma sorunu ve Mehmet Sami Tuğrul cinayeti haberine dair söyleşimizin ikinci bölümünde barınma sorununa dair çözüm önerilerini konuştuk.

Gazeteci Hazar Dost ile söyleşimizin ikinci bölümünde barınma sorununa dair çözüm önerilerini konuştuk.

TOKİ’ler çözüm olur mu, öğrencilerin şehir merkezlerinden kovulması ne anlama geliyor, kamusal alanların inşası nasıl olmalı?

Peki bu tabloda öğrencilerin barınma sorununa dair hızlıca atılabilecek adımlar yok mu?

Bu sorunu çözmenin yolu, çok hızlı bir şekilde kamu kaynaklarının yurt olarak öğrencilere tahsis edilmesi ve vakıflara tahsis edilen binalar başta olmak üzere kamulaştırmaya gidilmesi. İkincisi hala ihtiyaç varsa hızlı bir şekilde öğrenci yurtlarının inşa edilmesi. Bu sorunun çözümü öğrencilere kiralar için yüzdelik bir indirim belirlemek gibi sosyal yardımlar da değil, çünkü bu durumda ev sahibi kirayı doğrudan arttırarak o parayı almaya devam edecek. Öğrencileri sermayeye ve yandaş vakıflara teslim etmekle barınma sorunu çözülemez. 

2012’den bir sayı vereyim; özel yurt kapasitesi 33 bin 600, bugün özel yurt kapasitesi 90 bin 000. Özel yurtlar devlet yurtlarından daha hızlı büyümüş. Bunun sebebi ne? Devlet diyor ki; ben orada yurt yapıp zarar edeceğime, bu özel yurtlardan vergi alırım, kasaya para girer.

“KYK borcumu mu ödeyeyim, TOKİ taksidine mi gireyim?”

Bu sene barınma sorunu ile ilgili iki yönetmelik yayınlandı. Birincisi “barınamıyoruz” demeyi yasaklamaya yönelik bir genelgeydi, ikincisi de özel yurtların fiyatlarının artış miktarını düzenleyen bir genelgeydi. Bu genelgeyle, enflasyon da göz önüne alınınca, özel yurtlara yüzde 117’ye kadar zam yapma hakkı verildi. Bu iki genelge, bu yılki durumu da çok iyi özetledi. Bir yandan da TOKİ’de öğrenci kontenjanı gibi açıklamalar yapıldı. Sen ne diyorsun, TOKİ ile çözülür mü barınma sorunu?

Çok basitçe sorayım ben de: Sulukule’de TOKİ ile çözebildik mi sorunu? Fikirtepe’de, Altınşehir’de çözebildik mi? Bizim beton beton üstüne koyarak inşaat oluşturma planımız yani özetle Türkiye’nin konut ve şehircilik politikası sorunların çözümüyle ilgili değil, verimli de değil. Sadece inşaat sektörü ve sermaye açısından verimli bir şey. Çünkü Erdoğan’ı ayakta tutan sektörlerden biri ve hatta en önemlisi inşaat sektörü. Tek başına 10-15 sektörü ayakta tutabilen özel bir sektör inşaat. Bu yüzden her yere inşaat yapıldı ve TOKİ de bundan nasibini aldı.

Erdoğan’ın yeni açıkladığı plan da müjde olarak açıklanacak bir şey değildi. 25 yaşında bir gencin yıllarca ayda ortalama iki bin 800 lira ödeyerek ev sahibi olması çok mümkün değil. 40 yaşına kadar sürecek en azından bu borç. Ben açıkçası şunu düşündüm; ben KYK borcumu mu ödeyeceğim, TOKİ’den ev alıp onun borcunu mu ödeyeceğim? Çünkü Türkiye’de çalışan biri bile olsan ancak birini ödeyebilirsin.

Bu plan, durumu olanlar için avantajlı bir plan olabilir ama iktidar yine yoksullar için, gençler için bir şey yapmış olmuyor bu durumda. Kaldı ki, bunun bir peşinat bedeli var. Bu peşinat bedelini ödeyebilecek 25 yaşında bir genç tanımıyorum ben. Müjde olarak ilan edilen plan sonuçta böyle işte.

Türkiye’deki konut politikası inşaat ve rant odaklı olduğu için bugün özellikle yurtdışından gelen sermayedarlar için kullanışlı hale geldi. Esenyurt’ta bomboş konutlar, siteler var. Kara para aklamak veya vatandaşlık almak için kullanılıyor. Vatandaşın barınması için değil de seçim kazanmak gibi amaçlar için stratejik bir hamle haline geldi konut politikası. Asıl amacının dışında her şey için kullanılıyor.

Aslında bu sadece Türkiye’de değil bütün dünyada tartışılan bir sorun. Örneğin Almanya’daki mücadelede bir çeşit kamulaştırma referandumuyla çözüm aranıyor. Bu Türkiye’deki ev sahibi-kiracı ilişkisine çok uygun düşmüyor, çünkü ortalama evlerin geneli tek tek kişilere ait, Almanya’daki gibi tek bir şirketin evleri değil. Kamulaştırmanın bu biçimi tartışılamıyor Türkiye’de. Başka örnekler de var; Evsiz İşçiler Hareketi, Atina’da Politeknik’in çevresinde öğrencilerin kurduğu işgal evlerine yönelen saldırı sonrası ortaya koyulan mücadele, Fransa’da barınma hakkı için işgal hareketleri… Hepsinin bir şekilde içerildiği, başarılı ve başarısız olduğu noktalar var. Bu hikayenin nihai çözümü açısından bir fikir de veriyor olabilir. Bu sorunun temeline dair bir tartışma açılması gerekiyor gibi görünüyor bana. Sen nasıl görüyorsun bu gelişmeleri?

Kesinlikle ben de tam anlamıyla düşündüğün yerdeyim. Nitelikli barınma derken şunu es geçmemek gerekiyor: Öğrenciler, İstanbul’da kent yaşamının, kent sosyolojisinin esaslı bir parçası. Dolmabahçe, Beyazıt gibi yerlerde birçok öğrencinin çok anısı vardır. Bu sebeple öğrencileri buralardan uzakta Başakşehir gibi yerlere mahkum bırakmak yanlış olur. Kentleri ve kent kültürünü düşünmeden barınma hakkı, en azından nitelikli barınma hakkı düşünülemez. Şu an ben İstanbul’un bir ucundan diğer ucuna giderken nerede yaşadığımı tanıyamaz hale geliyorsam, bunun sebeplerinden biri de kente yabancılaşmamız. İstanbul kent sosyolojisini kaybetmenin eşiğine geldi artık. Konut sorununun çözümünü düşünürken öğrencileri, üniversiteyi kente yabancılaştırmadan bir çözüm geliştirmeyi de göz önüne almalıyız.

Örneğin öğrencilerin kent merkezlerinde ya da en azından kent merkezlerine yakın yerlerde; ulaşıma, kültür-sanat hayatına, parklara yakın yerlerde barınması gerekiyor. Devletin buralardaki kira artışlarına yönelik politika geliştirmesi gerekiyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ihale sitesini açalım. Bu bahsettiğimiz lokasyonlardaki yerler 100 yıllık süreyle kiralanıyor. Kime kiralanıyor? Sütiş’e, Starbucks’a, sermaye gruplarına kiralanıyor. Buraları öğrencilere açabilecek bir düzenlemeye gidilebilir ve gidilmeli. Konut sorununun çözümüne dair geliştirilecek politikalara bu açıdan öğrencilerin aktif katılımı gerekiyor. Öğrenciler zaten neye ihtiyacı olduğunu biliyor çünkü.

“Bütün bu sorunların çözümü kamu kaynaklarında”

Şehir merkezlerinden kovulduk gibi görünüyor. Bu yine dünyadaki tartışmaya atıfla; genelde “müşterekler, kamusal alanlar” gibi kavramlar etrafında tartışılıyor ama çıkan sonuçlar genelde yeni kamusal alanların inşa edilmesi gibi önermeler oluyor. Halbuki insanlar yüzlerce yıldır bazı yerleri meydan haline getirmişler, bu sonradan inşa edilerek ikame edilecek bir şey değil. Şimdi buraların tamamı özelleştiriliyor ve biz buralardan kovuluyoruz.

Ben de aynı şekilde, bu alanların bırakılmaması gerektiğini düşünüyorum. Yeniden kamusal alanlar inşa etmeye girişmek değil yapmamız gereken şey. Örneğin öğrencilerin İstanbul’da yaşam alanları var; Kocamustafapaşa, Çapa gibi… Eskiden beri öğrencilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerden şimdi öğrenciler kovuluyor, yerine maddi durumu daha iyi olanlar yerleşiyor. Bir sonraki aşamada bu da dönüşecek ve belki de daha kötü bir duruma gelecek. Daha lüks yapıların olduğu, sadece zenginlerin yaşayabildiği…

Bunların hepsini tartışmadan önce, öğrenciler başta olmak üzere herkesin bu sorunun çözümünün kamu kaynaklarından geçtiğini anlaması gerekiyor. Örneğin Başakşehir’e yurt yapılıyor. Başakşehir, İstanbul’un neredeyse dışında bir yer. Buraya İstanbul Teknik Üniversitesi’nden (İTÜ) de öğrenci gidiyor kalıyor, İstanbul Üniversitesi’nden de öğrenci kalıyor, Bahçeşehir’den de… İktidar oradaki kamu arazisine yurt yapıyor ama İstanbul’un göbeğindeki kamu arazilerini vakıflara peşkeş çekiyor. O da kamu kaynağı, o da kamu kaynağı. Şehrin merkezlerindeki kamu arazilerine yurt yapılamaz mı? Ya da örneğin İstanbul Üniversitesi’nin arazisi içinde özelleştirilip bir kafelere devredilen alan. Buralar yurt, ev vs. yapılamaz mı? Bunun örnekleri her yerde var.

Bunların hiçbiri yapılmıyor ama öğrenciye deniliyor ki “Biz yurtların kapasitelerini arttırdık.” Nasıl? “Odalara birer ranza daha koyduk.” Zaten AKP’nin 20 yıllık iktidarını “Hiçbir şeyi tam yapma ama bir üçgen görünsün ve bunu pazarla!” şeklinde özetleyebiliriz. Bu da bugün konut kriziyle ortaya çıkıyor. Her ile üniversite aç, her yere yurt inşaatı başlat ama hiçbirini tam yapmadan her şeyi yapmış gibi göster. Bu politikayla da ne sorun çözülür ne de öfke diner, ancak öğrencilerin nitelikli eğitim hakkı ellerinden alındığı için bunun çıktıları olur.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button