Doğukan Akan
Haberin İngilizce / Kürtçe versiyonları için tıklayınız.
Taşranın gerçekliği buyken, çarkta bir şeyler ters gidiyor. 12 Ocak tarihinde, meydanlarda bir ses bağırıyor: ‘’Enes KARA onurumuzdur!’’ Diğeri takip ediyor: ‘’İsyan… İnadına isyan!’’ ‘’Boğaziçi öğrencilerindir!’’…
‘’25 Kasım 2021 tarihinde yapılan açıklamaya göre Türkiye’de toplam 49 vakfa ait 349 yurt, 592 adet de özel yurt var. Devlet yurtlarının sayısı ise son iki sene de 20 azalıp 793’ten 773’e geriledi. 2021 yılı itibariyle üniversitede eğitim gören öğrenci sayısı 3 milyon 801 bin 204 iken Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun (KYK yurt kapasitesi yalnızca 695 bin 834 ile sınırlı kaldı.”*
Kayseri’de, üniversitedeki ilk senemde, KYK’lara giremediğim için özel yurtta kalmaya başlamıştım. Ancak özel yurdun ücreti çok fazlaydı, bu kadar paraya rağmen iki günde bir aynı yemekler çıkıyordu.
Tabi yönetimin en sevdiği yemek de patatesti. Patates püresi, patates çorbası, patatesli bezelye, patates haşlaması, fırında patates yemeği, ocakta patates yemeği… Buna daha fazla katlanamayıp, hemen hemen aynı paraya denk gelen bir eve çıktım.
İşsizlik, evsizler ve Kayseri’yi terk ediş
Önce kiramı ödeyebilmek için saatlik 8 TL’ye bir işe girdim. Kayseri, diğer birçok taşra kenti gibi, öğrencilerine iyi davranmıyordu. Bir öğrencinin başvurabileceği işler, part-time adı altında günde 8 saat, haftada 6 gün ve 12-13 liraya çalıştırıldıklarıydı. Okula devam etmek istediğim için asgari ücretin yarısı olan 8 lirayı kabul etmek zorunda kalmıştım. Asgari ücrete yapılan yeni yıl zammıyla beraber ben de maaşımda artış istedim. Kabul edilmemesi sonucu işsiz kaldım, okul ise devam ediyordu.
Sonra evsiz kaldım. Ev sahibiyle anlaşamamamız üzerine evden ayrılıp bir süre boyunca barınacak yerler bakındım. Günlerce şehrin cemevi misafirhanesinde, arkadaşlarımın aile evinde konakladım. Dönem ortasında ne ev arayan bir öğrenci ne de boş odası olan birini bulabileceğimi kabullenince okulumun bulunduğu şehir olan Kayseri’yi terk edip Ankara’ya, arkadaşlarımın yanına taşındım.
Aylarca evsiz kalmamın sonucu olarak, yıllar önce çalıştığım bir iş yerinin verdiği kredi kartının limitini, aldığım KYK bursunun avanslarını, aklıma gelen tüm kaynakları da sonuna kadar kuruttum. Bugün hala o günlerden kalma borçlarımı ödüyorum. Belki doğrudan birisi tarafından olmasa da, görünmez bir el tarafından buna mecbur bırakıldım.
Taşra, aile, devlet, cemaat, burjuvazi
Yazıya, bir Barınamayan olarak kendi deneyimimle başlasam da aslında çok farklı olmayan bir hikayeden bahsedeceğim. Çünkü çoğu zaman görünmeyen, görünmez kalmak isteyen bir yerde; bir taşra üniversitesinde karşılaştıklarımdan bahsederken aynı sıralarda oturduğumu, aynı yemekhanede yemek yediğimi, aynı sınıfın çocuğu olduğumu belirtmek istedim.
12 Aralık 2021 tarihinde, Barınamıyoruz diyen 90 öğrenci gözaltına alındı. 11 Ocak 2022 tarihinde, Enes KARA öldürüldü.
Tüm bunlar yaşanırken birisi bağırdı: ‘’Bir velet öldü diye cemaatleri mi kapatacağız?’’ Sonra binlerce sıra arkadaşım cevap verdi: ‘’Enes KARA onurumuzdur.’’
Aslında, bu düzenin bizler adına hesabı oldukça basit. Ya nitelikli eğitimi bir kenara koyup hayatta kalmaya çalışırsın; ya hayal bile edemediğin paralarda borca batarsın; ya da gericiliğe, gericiliğin bizlerden çalarak ördüğü, sözüm ona korunaklı ağlarına kendini bırakırsın. Tabi, çoğumuz o ağların içinde doğduk. Kimimiz bir kurtuluşu hayal bile etmedi, hayal etmeyi öğretecek kimse de yoktu zaten. Kimimiz kurtuluşun imkansızlığına inandık, bak buna inandırıldık. Birileri var bize umutsuzluğu aşılayan, ağı örenlerle aynı yüzlere sahipler.
Büyük şehirler bir yandan, taşra yukarıdaki anlamıyla bir bataklık. Halkın tüm emeği sömürülüyor; sömürülen halkın isyan riskine karşı eski silahlar, muhafazakâr politikalar uygulanıyor.
Cemaatlerin ve cemaatlerin kapısı vakıfların da halktan çalınanlarla beslendiği bu döngü aile içinde de tekrar edip ebeveynlerden çocuklarına geçiyor. Dini eğitim hem resmî kurumlarda hem de ailelerin asıl ‘’ilim kapısı’’ olarak gördüğü cemaat uzantısı yapılarda çocuklara dayatılıyor.
Bu süreçte kız çocukları okullardan uzaklaştırılıp birer ev kölesi haline getiriliyor. Çoğu kız çocuğu erken yaşta evliliğe zorlanıyor. Çocuk yaşta doğum Türkiye’de yüzbinleri bulmakta. Beş yaşında sübyan kursuna, on yaşında medrese eğitimine mecbur bırakılıyorlar. Eğer cemaat yurdunda yatılı değillerse bu çocuklar hem ev hem de tarla işlerinde çalıştırılıyorlar. Özellikle uzaktan eğitim döneminde on binlerce çocuk eğitimden devlet-cemaat-burjuvazi tarafından tamamen koparılmış durumda. Cemaat ve vakıf yurtlarında kalan toplam çocuk sayısı bilinemezken çocuk işçiliğine dair ulaşılabilir en ‘’güvenilir ve resmi’’ veri pandemi öncesi 2019 yılına ait TÜİK verileri. Bu verilere göre Türkiye’de toplan 720bin çocuk işçi bulunuyor. Meslek liselerinde ise ‘’eğitim, staj’’ adı altında on binlerce çocuk çalışmaya zorlanıyor. Aklınıza kuşku düşmesin, patronlar staj ile ucuz işgücü arasındaki farkı bizler kadar iyi biliyor.
Gerici öbekler eğitimsiz bırakılmış halkı bir oy deposu olarak kullanılırken cemaatlerin sık sık tembihlediği şükür öğretisi ile burjuvazi sömürüsünün devamı sağlanıyor, çocukların da eğitimi ve mantalitesi benzer kazançlı yollarla sömürünün devamını sağlayacak şekilde dizayn ediliyor. Kısacası birbirinden kopuk gözüken ama iç içe olan bu döngülerle gençlik ve halk yoksulluğa, gericiliğe mahkûm ediliyor, tüm kurtuluş yolları da çevrelenmiş durumdayken devlet-cemaat-burjuvazi kâr etmeye devam ediyor.
Taşranın gerçekleri ve meydandaki sesler
Enes KARA böyle bir düzende doğdu. Bu düzenin içinde büyütüldü. Taşrada aileler fakir, çocuklar baskı altında; cemaatler ise alabildiğine zengin, alabildiğine güçlü… Üniversiteyi kazanmış bir genç, eğer devlet yurdunu kazanamazsa ateş pahası özel yurtların kapısından geçip cemaat yurtlarına sığınıyor. Zaten ailelerin de ilk tercihi bu. Eve çıkmak ise hem mevcut kira-gelir şartlarında imkânsız hem de -özellikle kadınlar için- ailelerin izin vermediği bir durum. Mevcut devlet yurtları hem yetersiz hem de bakımsızken, vakıf yurtları devletten öğrenci başına ödenek alıyor, böylece baskı mekanizması her şekilde kâr etmesini biliyor.
Tüm bunlar kimilerimiz için birkaç dakikalık okumayken; binlerce çocuk, genç, sıra arkadaşımız için hayatın kendisi. Okuldan kopartılmış kız çocukları, baskılara dayanamayıp intihar eden gençler, son iki dersten ‘’kaçıp’’ tarlada çalışan ilkokul öğrencileri…
Taşranın gerçekliği buyken, çarkta bir şeyler ters gidiyor. 12 Ocak tarihinde, meydanlarda bir ses bağırıyor: ‘’Enes KARA onurumuzdur!’’ Diğeri takip ediyor: ‘’İsyan… İnadına isyan!’’ ‘’Boğaziçi öğrencilerindir!’’ ‘’Verşan KÖK ODTÜ’ye rektör olamaz!’’.
Yurtlarda yemekhane fiyatlarına karşı, toplu taşıma ücretlerine karşı, gericiliğe karşı öğrenciler öbek öbek direniyor. Bizlere bir kurtuluş olmadığını söyleyenlere, şükür dedirttirenlere, kader neymiş öğretmeye kalkanlara karşı gençlik ayağa kalkıyor, dövüşmek için fırsatlar yaratıyor, bir yol çiziyor kendine. Bu yol zamanla tüm taşrayı kaplayacak, meydanlardaki sesler tüm ülkeyi saracak. Çünkü hepimiz teker teker farkına varıyoruz, bir kurtuluş var ve bu kurtuluş çok uzaklarda değil, takım elbiseli birkaç adamın meclisinde değil; hemen yanı başımızda, bizimle aynı sırada oturuyor.
Enes KARA onurumuzdur!
*Fotoğraf: Sedat Suna