Haberin İngilizce / Kürtçe versiyonları için tıklayınız.
Bu yazımızda Şebnem Korur Fincancı’nın biz tıp öğrencilerine nasıl ışık tuttuğundan bahsetmek istiyoruz.
İktidar, varlığını tehdit eden her kuruma, her kişiye saldırmaya devam ediyor. Bu saldırılar giderek pervasızlaşıyor, sopa kalınlaştırılıyor, baskı ve yasaklar büyüyor.
Uzunca bir süredir Türk Tabipleri Birliği (TTB) bu saldırıların muhatabı, hedefi. Kapatılması isteniyor, yöneticilerinin yargılanması isteniyor, isminden “Türk” ibaresinin kaldırılması isteniyor.
TTB, bu ülkenin hekimlerinin ve tıp öğrencilerinin demokratik örgütüdür. Tıp etiğine ve ahlakına sahip çıkar, bilimden taraftır. Bu yüzdendir ki halk nezinde güvenilir kurumlar arasında da ilk sıradadır. Bunu pandemi sürecinde halkın önemli bir kesiminin sağlık bakanlığını değil, TTB’yi takip ettiğinden de deneyimledik. İşte tam da bu nedenle saldırıların hedefinde.
Birkaç ay önce bir bilim insanı olarak, mesleki sorumluluğunu yerine getirdi Şebnem Hocamız. Kimyasal silah kullanımının bağımsız heyetlerce araştırılması gerekliliğini söyledi. İktidar, Şebnem Korur Fincancı üzerinden TTB’ye yönelik saldırılarını yükseltti. Bu saldırı görüntüleri Türkiye’de “demokrasi” görüntüsünü gözler önüne serdi. İktidarın uzunca süredir yargıyı sopası olarak kullandığını biliyorduk. Şebnem Hocamızın davasının her aşamasını takip eden biz öğrencileri bunu ilk elden, yeniden gözlemledik.
Fakülte sıralarımızdan staj koridorlarımıza, küçük sohbetlerden toplantılarımıza Şebnem Hocamızın sözünü, mücadele geçmişini ve bugününü konuştuk. Biz tıp öğrencilerine iyi hekimlik öğretmeni, hak savunucusu öğretmeni olduğu için Şebnem Hocaya özgürlük talebimizi büyütmemiz bir tıp öğrencisinin taleplerinin en başında geldi. Bu yolculukta adliyeye gittiğimiz için 2 Tıp Öğrencileri Kolu üyesi kadın gözaltına alındı, 25 Kasım’da isyanımızla alanlardayken “Şebnem Hocaya Özgürlük” ve “Oyunbozanlar burada!” pankartlarımız yırtılarak alana alınmadı.
Tüm hukuksuzlukların karşısında sesimiz sardı dünya dünyayı, ta ötelerden duyuldu. İlmek ilmek örüldü özgürlüğün mücadelesi. Ve hocamızla kucaklaşmanın sevinci, mücadelenin kazandırdığına olan ferahlık ile yazıyorum bu satırları.
Hekim olmanın gereği: Hak savunuculuğu
Hekim olmanın gerekliliklerinin en başında insan hakları savunucu olmak olduğunun en güzel örneği belki de Şebnem Hoca. Hem yaşayarak hem de anlatarak bize harika bir tanık olma fırsatı veriyor.
Bu yazımızda biz tıp öğrencilerine nasıl ışık tuttuğundan bahsetmek istiyoruz. Bunun için de hak mücadelesiyle dolu yaşamını özetlemeye çalışsak yeterli olacaktır diye düşünüyoruz.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Adli Tıp’ta uzmanlık eğitimi, 1987-1990 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Klasik Arkeoloji Lisans Eğitimi almıştır.
Mesleki ömrünü işkenceyle mücadeleye adamış ve Türkiye’nin bu konuda kilometre taşlarından birisi olmuştur. Türkiye’de işkencenin yaygın olduğu ve yetkililerin işkencenin üstünü örttüğü 1990’larda, işkenceyi saptayan raporlar verdikçe ve tıp etiği üzerine yazılar yazdıkça, devletin baskı ve engellemeleriyle karşılaştı. Uğur Mumcu sanıkları hakkında verdiği rapordan sonra resmi makamlarca tehdit edildiğini açıklamış; görevden alınmasına dair yazılar ortaya çıkmıştı. Mehmet Ağar’ın Adalet Bakanlığı sırasında Adli Tıp’ın Susurluk döneminde uygulanan imha mekanizmalarından biri haline dönmesine karşı etkin mücadele vermiştir.
1997’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı olduktan sonra muhalif kimliği ve gerçekleri ayuka çıkarma yeteneğinden dolayı yeri gelmiş Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı’ndan alınmış yeri gelmiş ek görev olarak yürüttüğü Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu Başkanlığı görevinden birkaç kez uzaklaştırılmış ama her seferinde hak kazandığı davalarla görevine geri dönmüştür.
Yalnızca ülkesiyle de sınırlı kalmamış dünya çapında bir insan hakları savunucudur aynı zamanda.
1996’da Birleşmiş Milletler Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi adına, Bosna’nın Kalesija bölgesinde toplu mezarlardan çıkarılan cesetlerin otopsi çalışmalarına katılmış, 1999’da Birleşmiş Milletler tarafından işkencenin saptanmasında uluslararası standart kılavuz olarak kabul edilen İstanbul Protokolü belgesinin oluşturucuları arasında yer almış; daha sonra, protokolün uygulanması hakkında çeşitli ülkelerde eğitimler vermiştir. 2000’de, İnsan Hakları İçin Hekimler’in Güney Afrika’daki uluslararası çalışmasında, 2002’de Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) Kadına Yönelik Cinsel Şiddet Araştırması ve El Kitabı çalışmalarında yer almıştır.
Uluslararası İşkence Rehabilitasyon Merkezi (IRTC) adına gittiği Bahreyn’de, turist kılığına bürünerek, denizde cesedi bulunan ve polise göre boğularak ölen gencin vücudundan doku örneklerini Türkiye’ye getirip yaptığı otopside gencin, ailesinin de iddia ettiği gibi, gözaltında
işkenceyle öldürüldüğünü tespit etmiştir.
Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü eski Müdürü Adil Serdar Saçan’ın yaptığı işkenceleri kanıtlamıştır. Ergenekon örgütü tarafından telefonlarının dinlendiği, kişisel bilgilerinin dosyalandığı gerekçeleriyle yaptığı müdahale başvurusu kabul edilmiş, birey olarak Ergenekon davasının tek müdahili olmuştur.
Barış ve araştırma talepleri yargılama konusu oldu
Halen tahliye edilmeleri için Adalet Bakanlığı ve Adli Tıp Kurumu raporuna ihtiyaç duyan cezaevlerindeki çok sayıdaki hasta tutuklunun sorununu gündeme taşıyor; Adli Tıp Kurumu’nun bağımsız olmasının önemine dikkat çekiyor. Tepkilere rağmen, Türkiye’de yargının sağlıklı işleyebilmesi için Adli Tıp Kurumu’nun baştan aşağıya yenilenmesi gerektiğini açıkça savunuyor. Devletin işlediği insan hakları ihlalleri kendisinin görev alanına girdiği için çalışmaları, bu erki elinde bulunduranları rahatsız etse de tüm baskı ve yıldırmalara rağmen işkenceyle mücadeleden ve gerçekleri söylemekten vazgeçmiyor.
Barış İçin Akademisyenler’in “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attığı için 2 yıl 6 ay hapis cezası aldı. 2019’da İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı’ndaki görevinden zorunlu emekli oldu.
20 Ekim 2022 tarihinde Medya Haber TV’de katıldığı programda, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kimyasal silah kullandığı” iddialarının araştırılması gerektiğini ifade etti. Cumhur İttifakı, ilgili açıklamaları nedeniyle Fincancı’yı hedef haline getirdi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkında “terör örgütü propagandası yapmak” ve “Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, devletin kurum ve organlarını aşağılamak” suçlarından hakkında soruşturma başlatıldı.
27 Ekim 2022’de İstanbul’daki evinden gözaltına alınıp “Terör örgütü propagandası yapmak” suç isnadıyla tutuklanmasına hükmetmesinin ardından 2 aya yakın bir süre boyunca hukuksuz bir şekilde rehin alındı.
Yaşatılan kurmaca ve karşısındaki duruşu herhalde en güzel onun sözleriyle ifade edebiliriz. Ders niteliğindeki savunmasında şöyle diyor:
“Sokrates’in savunmasının başında söyledikleri ile başlayayım ben de sözlerime: ‘Beni suçlayanların üzerinizdeki etkisini bilemiyorum; fakat sözleri o kadar kandırıcıydı ki, ben kendi hesabıma onları dinlerken az daha kim olduğumu unutuyordum’ Ben de bu suçlamaların üzerinizdeki etkisini bilemiyorum ama kim olduğumu neyse ki unutmadım. İnsanlık tarihinin biriktirdikleri ile Immanuel Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’nde söylediği gibi aklıma, tüm görevlerin en zoru dese de, kendini bilme görevini yeniden tanımlıyorum. Tüm temelsiz iddiaları reddedecek bir mahkeme kuruyorum zihnimde. Aklımı bir tahakküm aracı olarak kullanmayı değil, özgürlüklerin kaybedildiği, insan onurunun yok edildiği sınırsız iktidara, her türlü değere sahip olarak yok eden katıksız bir güç düzenine boyun eğmeden, tam da Sokrates’in benzetmesiyle ‘devletin başına musallat olan at sineği’ olmaya çalışıyorum. ‘Hak yolunda çalışan bir kimsenin devlet adamı değil, sadece yurttaş olarak kalması gerektiği’ uyarısına katılıyor ve bu yaşıma kadar da elimden geldiğince bir yurttaş, bir hekim, bir adli tıp uzmanı, bir bilim insanı ve insan hakları savunucusu olarak ödevlerimi olabildiğince eksiksiz yerine getirdiğime, üzerinde düşünmeye değer bir hayatım olduğuna kanaat getiriyorum.”
Son olarak Şebnem Hocamızın mektubundaki sözler ile bitirelim.. “Bütün haksızlıklara karşı, birlikte olmanın zamanıdır. Tüm değerlerimizi yeniden kazanma mücadelemiz olmadan sağlıktaki tahribata dur diyebilmek ne mümkün.”