Şule D.
Haberin İngilizce / Kürtçe versiyonları için tıklayınız.
Hastadan aldığımız ilk izlenime göre mi hangi soruyu soracağımızı belirlemeliyiz? Zaten gerginlik ve şiddetin tavan yaptığı, doktora şiddetin rutin haline geldiği bu ortamda en güvenli yolu mu seçmeliyiz?
Toplumun içinde var olan, etkileşen, her ne kadar muhalif ve eleştirel yaklaştığımızı düşünsek de var olan tabu ve inançlardan azade olamayacak bireyleriz. Tıp eğitiminin son yılını yarılamış olan bir doktor adayı olarak cinsellik hakkında daha rahat yazabilmeyi beklemiştim. Bu eğitimin beni bu konularda daha bilgili yapacağını ve de mesleğimin getirdiği sorumlulukla bu bilgileri ve deneyimleri paylaşmakta sorun yaşamayacağımı düşünmenin ne kadar naif düşünceler olduğunu yeni fark ediyorum.
Cinsellik eğitiminin bırakın liselerde, tıp fakültelerinde bile verilmiyor oluşu (her ne kadar bunları ifade etmem konfor alanımdan çıkmamı gerektirecek olsa da) bu konu hakkında düşünmemi, sorunsallaştırmalar yapmamı tetikledi. Erkekler için geciktirici haplardan, penil protezlere milyarlar değerinde bir sektör varken; kadın cinselliği doğum kontrol yöntemleri, istenmeyen veya istenen gebelikler gibi merkezine üremeyi neden alır? Kadın cinselliği sadece çocuk sahibi olmaktan, kadınlar ise sadece anne olmaktan mı ibaret? Anneliği reddeden, evini çekip çevirmekten vazgeçen bir kadın, özgünlüğünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya mı? Eksik mi, yarım mı?
Klitoris anatomi derslerinde yer almıyor
Sözlükleri yardımımıza çağırmak gerekirse cinsellik cinsel özelliklerin bütünü, eşeysellik, sevişme duygusu, seksüellik olarak tanımlanıyor. Cinsellik; tam anlamıyla hayatın merkezinde, bununla birlikte “üreme” eylemiyle sınırlandırılamayacak kadar da rengarenk, çeşitli ve geniş bir kavram. Durumun gerçekliği böyle olsa da tartışmaların hep üreme çerçevesi etrafında gerçekleştiği de bir gerçek. Bu ilişkilendirme ise beraberinde çeşitli problemler getiriyor.
Erkeğin orgazm olmasıyla üreme eylemi arasında bir paralellik olsa da kadınlar için bu durum geçerli değil. Hatta öyle ki yüzde 70-90 oranlarda kadınlar tek başına penetrasyon ile orgazma ulaşamıyorlar. Yani başka bir deyişle kadın hiç zevk almadığı durumlarda da hamile kalabiliyor.
Kadınların orgazm olmasında önemli rolü olan klitorisin yapısı henüz son 20-30 senede anatomik olarak çıkarılabilmişken şu an hekim olsun ya da olmasın birçok insan bu durumdan bihaber. Anatomi derslerinde hala yerini alamamış olması ise tıp eğitiminin de güç ve tahakküm ilişkilerinden ne kadar bağımsız olabildiği irdeleyecek bir başka tartışma konusu.
Kendi çabasıyla deneyim ve bilgi elde etmiş (henüz ya da belki hiçbir zaman) çocuk sahibi olmak istemeyen kadınların karşısına da başka bir engel çıkıyor: Doğum kontrol. Modern doğum kontrol yöntemlerine ulaşım ise zor ve pahalı. Farklı yöntemler her geçen gün artarken (spiral, tüp bağlatma, hap, implant, tüp bağlama…) Türkiye’de ise var olan kısıtlı seçeneklere bile ulaşım zorlaştırılıyor. Evli olmayan bir kadınsanız varsayılan şey aktif bir cinsel yaşantınızın olmadığı, evliyseniz de zaten çocuk yapmanız beklentilerden bir tanesi.
Hangi soruyu sormalı?
Sosyal medya platformlarında sıkça tartışılan bir soru da var: Evli misiniz? Kadın hastalıkları ve doğum uzmanına görünmüş her kadın neredeyse en az bir kere bu soruyu duymuştur. Burada sorgulanmak istenen asıl şey ise hastanın daha önce cinsel birlikteliği, aktif bir cinsel yaşamı olup olmadığı. Makbul olan cevap alınmaz ise de yargılayıcı, yönlendirici yorum ve soruların başlama ihtimali de maalesef ki hiç düşük değil.
Doktor adayları olarak bize öğretilen karşımızdaki hastanın eğitim seviyesine, sosyoekonomik durumuna göre hareket etmemiz açıklama ve sorularımızı da ona göre sormamız gerektiği. Sahada hastalarla yüz yüze geldikçe, iletişim kurdukça her zaman en ideal senaryonun gerçekleşme imkânı olmadığı anlıyorum. Hasta muayenesi için gerekli ve yeterli süreye sahip olmak ön koşuluyla tabii ki her hastaya şikayetleri, hastalığı, tedavisi ile ilgili tıbbi terminolojiden olabildiğince arındırılmış bir şekilde açıklamamızı yapmalıyız.
Jinekolojik muayeneden örnek vermek istersek vajinal muayenenin aşamalarından birinde spekulum adı verilen alet vajinaya yerleştirilerek serviks görülmeye çalışılır. Bir başka deyişle hasta iç çamaşırı dahil altındaki kıyafetleri çıkararak muayene masasına yerleşir, alttan muayene yapılır, rahim ağzını görebilmek için ise bir alet kullanılır. Terminolojiye hâkim kişilere aynı anlamlara gelen cümle tekrar yazılmış gibi gelse de hastaların çoğunluğu açısından anlamlı bir fark mevcuttur. 30-65 yaş aralığında her beş yılda bir yaptırılması gereken rahim ağzı kanser taramalarında da bu yöntemle bir çubuk yardımıyla örnek alınır. Yapılacak muayene ya da işlemin gerginliğini azaltabilecek faktörlerden birisi de ne yapılacağının anlaşılır bir dille açıklanmasıdır.
“Aktif bir cinsel hayatınız var mı?” sorusunun neyi kastettiğini anlamlandıramayacak, utanacak, sinirlenecek kesimin toplumda azınlık olmadığını fark etmek için meslekte kısa süre geçirmek bile yeterli. Peki bu durumda ne yapmalıyız? Hastadan aldığımız ilk izlenime göre mi hangi soruyu soracağımızı belirlemeliyiz? Evlilik cinsellikle eş anlamda bir kavram olmadığı gibi cinsel deneyim yaşamak için evliliğe gerek olmadığını bildiğimizden aşamalı olarak hepsini mi sormalıyız? Veya zaten gerginlik ve şiddetin tavan yaptığı, doktora şiddetin rutin haline geldiği bu ortamda en güvenli yolu mu seçmeliyiz? Bu soruların maalesef kolay cevapları yok. Baskı karşısında sinmeyip günlük hayata sızmış baskıcı tutumlarla her an mücadele etmemiz gerekse one size fits all bir cevap bulmak mücadelenin her gün devam eden (ve de edecek olan) bir yolculuk olduğunu görmezden gelmek olur.
Yapabileceğimiz şeylerden birisi ise bu soruları neden sorduğumuzu, farklı cevapların bizi tamamen farklı hastalıklara, tetkiklere, tedavilere götürebileceğini, soruyu soramamanın yani cevabı kendimiz varsaymanın en çok hastaya zarar vereceğini açıklamaya çalışmak. Bu açıklamayı yapabilmek için de sağlıklı ve yeterli bir muayene süresine ve de ortamına sahip olunmalı.
“Bazı istatistikler”e sığınan ayrımcılıklar
Heteroseksüel olmayan ilişkilenmelere geldiğimizde ise zaten cinsellik açısından tıpta görmezden geliniyorlar. “Hastalık” olmadıkları bile 1973 yılında tanı kitaplarından çıkarılmasıyla kabul ediliyor. Belli hastalıkları belli gruplara damgalama konusuna gelindiğinde ise birden ilginin odağı oluyorlar. “Sadece bazı istatistikleri paylaşıyorum” ifadesi altında (bilimin ve araçlarının da güç ve iktidar ilişkilerinden muaf, ayrıksı bir konumda olmadığının farkında olarak ya da olmayarak) heteronormatif kılıflara uymayan ilişkiler marjinalleştirilmeye, patolojikleştirilmeye ve de risk faktörü olarak sunulmaya devam ediyorlar.
Eril tahakkümün sızmadığı herhangi bir alan olmadığı gibi belki de bu alan aradaki dengesizlikleri, sömürülmeyi, ayrımcılığı her aşamasında içinde en yoğun barındıran alanlardan birisi. Ne kadar “güvenli” olduğunu düşündüğümüz ortamlarda olursak olalım cinsellik ve arzu gibi toplumsal tabu ve baskıların çok yoğun olduğu ve de kişiye biricik olan bir konudan konuşmak kolay değil. Deneyimlerimizin fazlalığıyla kınanmak genel eğilim olsa da deneyim azlığıyla (hatta yokluğuyla) da üzerimizde bazı baskılar oluşabiliyor. Hakkında konuşabilmeye başlamak ise küçük görünse de potansiyelleriyle birlikte önemli bir adım ve de tartışma başlatması, aslında ne kadar da çok insanın aynı hisler içinde olduğunu görmemizi sağlamasıyla paylaşımlarımızı daha kişisel yerden de yapmaya başlamamıza olanak sağlıyor. Bireyin gittikçe yalnızlaştı(rıl)ğı günümüz dünyasında kolektif paylaşımların değeri de bir o kadar artıyor.
Mücadele etmemiz gereken çok şey var. Kendi ön yargılarımızla başlarsak ve değişim dönüşüme giden patikada yol almaya başlayabiliriz.
Fotoğraf: Soviet Artefacts/Unsplash