Üniversitelilerin barınma krizinin açmazlarını en derinden yaşayan kesim ise kadın ve LGBTİ+’lar oldu. Aile evinden ayrıldıktan sonra üniversitede kısmi özerkliğe sahip olsak da yine de barınmaya dair problemlerimiz güncelliğini yitirmiyor.
Ekonomik krizin faturası üniversitelilere kesilmeye devam ediyor. Üniversite öğrencileri yeni döneme yurt, abonman, yemekhane zamlarıyla başlamaya hazırlanıyor. Maddi imkansızlıklardan kaynaklı üniversite eğitimine devam edemeyen öğrencilerin sayısı her sene artıyor. Nitekim parasız, nitelikli ve bilimsel eğitime erişmek bizlerin en temel hakkı. Şu an yatacak bir yatağı bile olmayan bizlere bu hakkımıza saldıran karşı mücadeleden başka bir yol kalmıyor.
En temel hak olan barınma hakkından mahrum bırakılan üniversiteliler için bu yeni bir saldırı biçimi değil. Her sene çığ gibi büyüyen barınma krizi bu kez üniversitelilerin önüne daha erken bir tarihte dönem ortasında yurtların boşaltılmasıyla çıktı. 6 Şubat depreminin ardından KYK yurtlarının depremzedelerin konaklanması için boşaltılmasına karar verildi. Depremzedelerin yerleştirilebileceği yüzlerce otel, emlak tekellerine ait çok sayıda boş konut ve kamu misafirhaneleri varken üniversitelilerin bile zar zor sığabildiği, ranzalı ve konforsuz yurtlar tahliye edildi. İktidar, barınma problemini sermaye yararına çözüm getirirken üniversiteliler kaderine terk edildi. Bu kararın ardından üniversiteliler, bir gece yarısı eşyalarını siyah çöp poşeti içinde yurt kapılarının önünde buldu.
Bugün yurt probleminin geldiği nokta beklenmedik bir şey değil biz üniversiteliler için. Üç yıl önce yetersiz yurt kapasitesi yüzünden parklarda, banklarda, merdivenlerde sabahladı üniversiteliler. Ardından yetersiz yurt kapasitesine çözüm olarak artırılan ranza sayısıyla balık istifine dönen odalarda kalmak zorunda bırakıldılar. Çok da eski olmayan verebileceğimiz örneklerle bir süredir aslında barınma krizi bizlerin ilk gündemi arasında.
Yurtlardan apar topar çıkartıldık
Bir örneği de çok kısa süre önce Boğaziçi Üniversitesi yurtlarından gördük. Depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle yapı denetiminin çok uzun süre önce yapılması gereken yurtlardan apar topar çıkartıldık. Hayat pahalılığının daima olduğu bir kent olan İstanbul’da öğrenciler, fahiş konut fiyatlarını karşılayabilecek maddi durumda değilken yine gözden çıkarılan biz üniversiteliler olduk.
Geleceksizleştirme, borçlandırma, yoksullaştırma gibi neoliberal politikalar ekseninde üniversiteliler, yaşamını idame ettirmekte zorlanıyor. Sosyal yaşamlarımız iktidarın her alanda gerici, baskıcı yasakçı uygulamalarıyla iyice daralmış durumdaydı. Son olarak da üniversitelerdeki kontrolünü sağlamak için atanan kayyumlar, bir süredir kulüp faaliyetlerini baskılarken en son barınma krizine dair çözümü kulüp odalarını boşaltmakla sağlamaya çalıştı. Bir yandan nitelikli barınma hakkımızı gasp ederken bir yandan da kulüp odalarını boşaltarak sosyal yaşamlarımızı da müdahale etmeye çalışıyor. Üniversitelilerin haklarına dair taleplerini yükseltebilecekleri alanlardan biri olan üniversitelerde ise İktidar-kayyum-ÖGB işbirliğiyle önümüze engel konulmaya çalışılıyor. Bugün gelinen noktada hayat pahalılığı en çok üniversitelileri etkiliyor. Aldığımız burslar en temel ihtiyaçlarımızı karşılamadığı için okurken çalışmak zorunda bırakılıyoruz. Ekonomik krizle beraber eğitim hayatını devam ettirmekte zorlanan üniversiteliler ya okulu donduruyor ya da bırakıyor.
Kadınlar ve LGBTİ+’lar için barınma krizi
Üniversitelilerin barınma krizinin açmazlarını en derinden yaşayan kesim ise kadın ve LGBTİ+’lar oldu. Aile evinden ayrıldıktan sonra üniversitede kısmi özerkliğe sahip olsak da yine de barınmaya dair problemlerimiz güncelliğini yitirmiyor. Yurt yoklamasına geç kalınca ailesi aranan, barındığı yerde homofobiye ve transfobiye maruz kalan kadın ve LGBTİ+’lar için güvenli bir alan bulmak ve orada barınmak en büyük krizlerden biri oldu daima. Yurt müdürlüğü, emlakçılar ve ev sahipleri tarafından taciz, psikolojik şiddet sonucunda barındıkları yerden çıkmak zorunda kalan veya doğrudan atılan yüzlerce kadın ve LGBTİ+ varken barınma krizine dair en derin etkileneni bizler oluyoruz.
Tüm bu şiddet biçimleri sonucunda nitelikli barınma hakkının önüne güvenli alanda barınmak bizler için başka bir yerde. Dolayısıyla da barınma problemi yaşayan kadınlar ve LGBTİ+lar kendi arasında bir dayanışma örerek bir biçimde bu problemi tekil tekil çözmeye çalışıyor. Yoksullaştırma politikalarıyla üniversitelilerin hem okuyup hem de çalışmak zorunda kaldığı mevcut düzende kadın ve LGBTİ+’lar çalıştıkları yerlerde de tacize ve mobbinge uğruyor, iktidarın yoksullaştırma politikasının kadın ve LGBTİ+’lar üzerindeki etkisi daha ağır işliyor. Kademeli bir şekilde uygulanan bu politikalar ise gücünü patriyarkal kapitalizmden alıyor. Bizleri niteliksiz barınma ve güvencesiz çalışma koşullarına mahkum bırakmaya çalışan patriyarkal kapitalizme karşı üniversiteli kadın ve lubunyalar en temel haklarında vazgeçmeyerek mücadelenin en direngen kesimi olmaya devam ediyor.
Barınma krizinin yaşamlarımıza ne denli etki ettiğini, patriyarkanın bizi tekrardan uğurlamak istediği aile evinde yaşadıklarımızın zorluğunu en iyi biz biliyoruz. Krizler bu kadar apaçık ortadayken bunu gündemde tutmak ve yaşadıklarımızın ‘X kişisi’ olduğumuz için değil üniversiteli bir kadın/lubunya olduğumuz için yaşandığını bilmek bizi hem kendimize hem de başka kadın ve lubunyalara gelecek saldırılara karşı dayanışmayı büyüterek farklı bir duygudaşlık kurmamızı sağlıyor. Sorunları beraber tartışmak çözüm önerilerini birlikte geliştirdiğimiz yerde ise bizler için bu yalnızca barınma krizine dair bir mücadele değil toplam patriyarkal kapitalizmin yaşamlarımız üzerinde kurmaya çalıştığı tahakküme karşı bir mücadeleye dönüşüyor. Haklarımıza, hayatlarımıza ve sosyal alanlarımıza saldıranlara karşı bir arada durmaya, dayanışmayı bulunduğumuz her alanda büyütmenin inancı ve cüretini taşıyarak mücadele ederken gücümüzü de birbirimizden alıyoruz.