*Zeynep Denizli
İstanbul Üniversitesi öğrencisi olan ve bir KYK Yurdu’nda kalan Zehra, İkbal ve Ayşenur’un öldürülmesinin ardından yaşadığı güvenlik kaygısını ve yapılması gerekenleri anlattı.
Onlar Z kuşağı. Dönem dönem kendilerinden medet umulan, dönem dönem beğenilmeyen sonuçların faturası kendine kesilenler. Bazen sevilen, bazen kınananlar. En çok da hareketsizliğinden eleştirilen, bir önceki dönemlerle kıyaslananlar. Ama öyle bir bam telleri var ki, dokunulduğunda en çok oradan ses çıkaranlar. O da kız kardeşleri.
Zeren Ertaş, KYK’nın ihmalleri sonucu bir asansör faciasında katledildiğinde ülkenin dört bir yanından üniversiteleri, KYK yurtlarını Zeren’in adıyla sarmalayanlar onlar. Bugünse, 25 Kasım’a günler kala katledilen 18 yaşlarındaki sıra arkadaşları İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil için birlik olanlar.
İstanbul Üniversitesi öğrencisi olan ve bir KYK Yurdu’nda kalan Zehra, İkbal ve Ayşenur’un öldürülmesinin ardından yaşadığı güvenlik kaygısını ve yapılması gerekenleri şöyle anlattı:
“Açıkçası son birkaç yıldır, özellikle üniversite yurtlarında yaşanan güvenlik açıkları beni gerçekten korkutuyor. Hatta bazen, gece yalnız yürümek bile zorlaşabiliyor. Özellikle yurtların yetersiz güvenlik önlemleri ve yaşanan diğer ihmaller, birçoğumuzun kaygılarını artırıyor. Bir arkadaşımın başına gelenleri dinledikten sonra, gerçekten güvende olup olmadığımı sorgulamaya başladım.
“Ailemden çok uzak bir şehirdeyim ve güvenlik kaygılarım arttıkça yalnız kalmak daha zor oluyor. Gerçekten güvende hissetmediğimde, kiminle paylaşacağımı ve nasıl destek bulacağımı bilmiyorum. Birçok arkadaşım da benzer duyguları paylaşıyor. Bu güvenlik sorunu, biz genç kadınları hem fiziksel hem de psikolojik sağlığını etkiliyor. Okul yönetimlerinin yurtlardaki güvenlik önlemlerini gerçekten ciddiye alması gerekiyor. Kameraların artırılması, gece geç saatlerde güvenlik görevlilerinin daha sıkı bir denetim yapması şart.
25 Kasım’a giderken
İkbal ve Ayşenur’un ölümü sadece onların ailelerine, arkadaşlarına değil tüm kadınlara ve topluma ait bir acıydı. Her iki genç kadın da sistemin sorumlulukların ihmalinin sonucunda öldürüldü. Bu ölümlerse büyük bir öfkeye dönüştü. Üniversitelerde, yurtlarda ve sokaklarda başlatılan eylemler bir isyanın göstergesiydi. Öğrenciler, kadınların yalnızca üniversitelerde değil, tüm yaşam alanlarında güvende olmaları için seslerini yükselttiler. KYK yurtlarının yetersizlikleri ve ihmalleri; yine yurtlardaki ve üniversitelerdeki güvenlik zaafiyetleri bir kez daha gün yüzüne çıktı. Ancak bu kez, kaybolan bir hayatın ardından duyulan acı bireysel değil, toplumsal bir farkındalığa dönüştü.
Eylemler, kaybedilenlerin ardından gelecek nesillerin kendilerini savunma, haklarını talep etme mücadelesinin bir simgesiydi. 25 Kasım’a giderken yükselen bu ses, sadece kadına şiddetle mücadeledeki sorumluluğun altının bir kez daha çizilmesi gerektiğini hatırlatmadı; aynı zamanda bir ses oldu, bir umut oldu.
25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, her yıl olduğu gibi bu sene de çok daha güçlü bir sesle yankılanacak. İkbal ve Ayşenur’un isimleri, üniversite kampüslerinde, yurtlarda, sokaklarda, sosyal medya platformlarında bir araya gelen binlerce kadının ağızlarında haykırılacak; buralar kadına şiddetle mücadelenin yalnızca bir günle sınırlı kalmaması gerektiğini, sürekli ve kalıcı bir çözüm arayışının öncelik haline gelmesi gerektiğinin haykırıldığı yerler olacak.
Kadına yönelik şiddetle mücadele, yalnızca geçmişin acılarına değil, geleceğin umutlarına da dayanarak güç bulacak. Ve her yıl 25 Kasım’da adaletin, eşitliğin ve özgürlüğün sesi daha gür çıkacak!