*Lila Celiloğlu
Üniversitelilerin kendisinden önceki üniversite mücadelesi tarihinin deneyim ve birikimiyle buluşması, örneğin MSGSÜ’lülerin kendi geçmişini öğrenerek hafızasını tazelemesi gerekiyor
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ), üniversite mücadelesi tarihinde önemli yere sahip üniversitelerden biri. Bugün ise atanmış rektör Handan İnci eliyle uygulanan baskı politikaları, üniversitelilerin yaşadıkları sorunlara karşı ses çıkarabilecekleri mekanizmaların giderek zayıflamasıyla birleşince, MSGSÜ’de yaşanan sorunlar üniversite mücadelesi içerisinde görünmez hale geliyor. Ne MSGSÜ öğrencileri yaşadıkları sorunların ve sorunlarla başa çıkmaya çalıştıklarında karşılaştıkları zorlukların yalnızca kendilerine özgü olmadığını görebiliyor, ne de bu sorunlar diğer üniversitelilerin gündemine girerek kamuoyu oluşturma ya da üniversiteler arası dayanışma gösterme gibi sonuçlar doğuruyor. MSGSÜ’nün bu ‘‘izole’’ hali, öğrencilerin mücadelenin daha gelişkin olduğu üniversitelerden, öğrenci hareketinin deneyimlerinden öğrenmesini zorlaştırıyor.
Zeynep, Sude ve Gamze ile MSGSÜ’de bir yılın nasıl geçtiğini konuştuk. Geride bıraktığımız bir yıl boyunca üniversite içinde yaşananlar saymakla bitmiyor. Grafik Tasarım bölümünün elverişsiz bir binaya taşınarak öğretim üyelerinin işten çıkarılmasına karşı bölüm öğrencilerinin dilekçe toplayarak bir araya gelmesi… Kütüphanenin kapanma saatinin erkene çekilmesi… Konservatuar öğrencilerinin alan yetersizliğinden dolayı okul bahçesine konulan konteyner dersliklerde eğitim görmeye başlaması… Okula ait tek yurt olan Ortaköy Kız Öğrenci Yurdu’nun ‘‘eğitim mekanına duyulan ihtiyaç’’ gerekçesiyle dönem başında aniden kapatılmak istenmesi…
‘‘Sence okulun en önemli sorunu nedir?’’ diye sorduğumuzda Gamze dersliklerin çok soğuk olmasından, zaten içeriyi çok az ısıtan kaloriferlerin erken saatlerde kapatıldığından, örneğin 17.00’deki derslerde montlarla oturmak zorunda kaldıklarından bahsediyor. Sude ise İBB ve KYK yurtlarının başvuruları kapanmışken, okulun açılmasına çok kısa bir süre kala okul yurdunun kapatılma kararına karşı gelen tepkiler sonucu kapatma kararının ertelendiğini ama hala en büyük sorunlardan biri olduğunu düşündüğünü, öğrencilerin bu koşullarda eve çıkmasının çok zor olduğunu söylüyor.
Zeynep’e kalırsa son bir yılda yaşanan en büyük sorun konservatuvarlıların konteynerde ders görmesi, öğrencileri aşağılanmış hissettirdiğini söylüyor ve ekliyor:
‘‘Sonuçta o kadar çalışıp, hak ederek kazanıp bu okula geldiler ama hak ettikleri muameleyi görmüyor, hak ettikleri eğitimi alamıyorlar.’’
Okulda en çok tartışma konusu haline geldiğini düşündükleri problem ise kütüphanenin kapanma saatinin erkene çekilmesi oluyor. Tüm öğrencilerin ortaklaşa olarak bunu dert ettiğini, yalnızca vize haftalarında değil, 7-24 olacak biçimde kütüphanenin açık kalmasını talep ettiklerini söylüyorlar. Yerleşkelerin işlevlerine, hangisinin nasıl kullanılacağına dair alınacak kararlarda öğrencilerin ve bölümlerin ihtiyaçlarını önceleyen planlı ve tutarlı bir yol izlenmiyor oluşu ve bu karar süreçlerine ne öğretim üyelerinin ne de öğrencilerin dâhil edilmemesi, öğrencilerin eğitim hayatlarını belirsizliklerle dolu ve aniden alınacak tepeden inme kararlarla tepetaklak olmaya hazır bir hale sokuyor.
MSGSÜ’lü öğrenciler, üniversitelerinde birçok yakıcı sorundan bahsetse dahi konuşmaların sonu hep ‘‘Bizim üniversiteden bir şey olmaz’’ ile bitiyor. Gamze okulun önemli bir kısmını oluşturan konservatuar ve güzel sanatlar öğrencilerinin dünyası bambaşkaymış, o dünyanın içinde itiraz etmeye, mücadeleye yer yokmuş gibi düşünüyor, öğrencilerin sorunlar karşısında çoğunlukla kayıtsız olduğunu söylüyor. Zeynep ise MSGSÜ’yü ODTÜ ya da İÜ ile karşılaştırarak, üniversite mücadelesine dair böyle bir geçmişi olmadığı için bugün de olamadığını söylüyor. Sude ise üniversite içinde birlik olamadıklarını, tüm öğrencileri bir araya getiren, her bir öğrencinin rahatça katılabileceği alanlara ihtiyaç duyduklarını ifade diyor. Çünkü MSGSÜ’de yapılmaya çalışılan eylemlerin de yeterince duyurulamadığını, üstelik çoğu zaman tüm öğrencilerin ortaklaşa dahil olduğu eylemler olmadığı için zayıf geçtiğini ve bir etki yaratamadığını düşündüğünü söylüyor. Üniversite mücadelesi denince ses çıkarmak ve tepki göstermenin nasıl ve ne yaparak mümkün olabileceği sorusu çözülmesi gereken önemli bir düğüm noktası haline geliyor.
İktidarın üniversitelere saldırısının bir boyutunu da üniversitenin gelenekleri, sosyal ve kültürel yapısının tahrip ederek aslında üniversitenin en hareketli unsuru olan öğrencilerde bir tür hafıza kaybı yaratmak oluşturuyor. Tam da bu yüzden üniversitelilerin kendisinden önceki üniversite mücadelesi tarihinin deneyim ve birikimiyle buluşması, örneğin MSGSÜ’lülerin kendi geçmişini öğrenerek hafızasını tazelemesi gerekiyor belki de. Öğrenci hareketi tarihinin en önemli kazanımlarından birini Öğrenci Temsilci Konseyleri (ÖTK) oluşturuyor. Üniversitelilerin kendi bölümlerinden başlayarak seçtikleri temsilciler aracılığıyla üniversitenin yönetilmesinde söz sahibi olmayı talep etmeyi, sorunlar karşısında birlikte durabilmeyi mümkün kılacak, demokratik işletilen ve öğrencilerin etrafında kenetlendiği güçlü bir ÖTK’nın örgütlenmesini hedefleyerek yola çıkmak, bu düğümü çözebilir.