KadınLGBTİ+/TRTopluluk

Cinsiyetçi Tıp Eğitimi

Helin Çakır

Haberin İngilizce / Kürtçe versiyonları için tıklayınız.

Tıp eğitiminde Bir cis-hetero, orta sınıf, beyaz erkek bedeni idealize ediliyor, bunun dışındaki tüm bedenlere karşı yabancılaşırken tüm bunların karşısında, tüm saldırılara karşı var olma savaşı verdiğimiz bir kadın sağlığı hareketi var!

Kökleri şiddet üzerine kurulu bir eril tahakküm düzeni olan ataerkil kapitalizm biz kadınların hayatlarının her alanına saldırdı, sistematik bir şekilde saldırmaya devam ediyor.

Tarihsel gelişiminin henüz köklerinde kadın düşmanı bir temele oturan tıp alanı da bu saldırılardan nasibini alıyor. Yıllar önce kadın şifacıların, kapitalizm-ataerki ve kilise ittifakının ürünü olan cadı avlarında katledilmesinden bugüne erkek egemen zihniyet, kadınların sağlık mücadelesine saldırıyor.

Cadı avlarında öldürülen kadınların ortak özellikleri; şifacılık yapmaları, doğumla, kürtajla, doğum kontrol yöntemleriyle ilgilenmeleri ve özgür yaşıyor olmalarıydı. Toplumsal sağlığın gaspında büyük bir adım olan cadı avlarında, toplumsal gücü kadınların elinden almak amaçlanıyor, kadınların binlerce yıllık süzülüp aktarılan sağaltım bilgisi gasp edilmek isteniyordu.

Nüveleri cadı avları ile atılan tıp alanındaki eril tahakkümü bugün iki başlıkta değerlendirilebilir. Birincisi, tıp eğitiminin cinsiyetçiliği ve bu bağlamın akademik boyutu. İkincisi ise tıp alanının tüm uygulamalarındaki tutumların cinsiyetçiliği.

Tıp eğitiminde eril tahakküm

Bu başlıklardan tıp eğitiminin eril ve heteronormatif kurumsallaşması aldığımız tıp eğitiminin her başlığında kendisini gösteriyor. Tıbbın köklerinden bugüne yaşanan vahşet tıp amfilerinde, derslerde şöyle anlatılıyor:  “Yüzde 60’ı su, 70 kilo sağlıklı birey” ! Bir cis-hetero, orta sınıf, beyaz erkek bedeni idealize ediliyor, bunun dışındaki tüm bedenlere karşı yabancılaşıyor. Doktorlar, akademisyenlerin yanı sıra tıp alanında üzerine çalışılan birçok hücre, hayvan ve insanın da erkek olduğunu görüyoruz. Yani tıp biliminin ilerlemesi, çoğunlukla erkek biyolojisinin çalışılmasına dayanıyor.

Tıp, her zaman, kadını öncelikli olarak doğurgan bir beden olarak gördüğünden; kadın sağlığı yalnızca üreme sağlığı başlığınca değerlendiriliyor, kadın bedeni üreme dışı anatomide temsil dahi edilmiyor. Dolayısıyla bir “norm” olan erkek bedeni anlatılırken “öteki” olan kadın bedeninin yalnızca farklılıklarından bahsedilebilir oluyor. 

Yakın tarihlerde ise pek çok hastalığın erkek bedeninde görülmeyen başka belirtilerle kadın bedeninde kendisini gösterebildiği ise ancak kadın sağlık hareketi ile öğrenebildiğimiz bilgiler oldu. Dr. Kate Young’ın söylediği gibi: “Tıp, dişi ve erkek bedenlerini farklı görüyor, ama asla eşit değil. Tıp metinlerini incelediğimizde, tarih boyunca erkek bedeninin kadına üstün ve tüm bedenlerin karşılaştırılacağı temel şablon olarak kurgulandığını görüyoruz.”  

Tüm bunlar yetmezmiş gibi zaten halihazırda var olan kadın üreme anatomisi isimlendirmeleri dahi erkekler tarafından, onların ismi ile anılıyor. Fallop tüpleri, Bartholin bezi, Douglas kesesi, Grafenberg noktası ve daha nicesi: Patriyarka kadınların bedenlerinin her yerinde. 

Tıp uygulamalarında cinsiyetçilik

Yüzyıllardır kadınların sağlık hizmetine erişebilmesinin eksikliği bir yana erişebilen kadınlar ise tanı ve tedavi aşamasında bu cinsiyetçilik üzerinden sağlık hizmeti almış ve kadınların sağlıklı olma hali gasp edilmiş. Yetmezmiş gibi tıp alanındaki cinsiyetçi uygulamalar ise her kadının deneyimlediği yahut çevresindeki kadınlardan dinlediği jinekolojik muayene travmaları ve daha pek çok başlıkla karşımıza çıkıyor. 

Cis-hetero erkek üzerine kurumsallaşan tıp hizmetleri LGBTİ+’ları görmemeye devam ediyor. Trans kadınların sağlık hizmetlerine nasıl erişemediğini, nasıl zorluklarla ve ayrımcılıklarla karşılaştığını görüyoruz. Tıp etiği etik ilkeleri ayaklar altına alıyor. İhlal edilen ilkelerin başında ayrımcılık yapmama ilkesi geliyor. Bu durum hastanın sağlık hizmeti alma  hakkının  çiğnenmesine yol açmak  suretiyle  sağlık hizmetinde uyulması gereken zarar vermeme, yarar sağlama, adalet gibi temel etik ilkelerin de yaşama geçirilmesi engellenmiş oluyor.

Tüm bu tablonun anlattığı en yalın gerçek; ataerkil kapitalizm koşullarında erkek hekim merkezli kurumlaşan modern tıbbın, toplumun sağlığını korunmaktan ne kadar uzak olduğu.

Evde, kampüste, hastanede şiddetle burun burunayız!

Cinsiyetçi bilgi tahakkümü ile onun beslediği eril şiddet amfi sıralarından intörnlüğe, hekimlik sürecimize kadar hayatımızın her alanına nüfus ediyor. Halihazırda yakıcı bir sorun olan sağlıkta şiddet ve mobbing kadın tıp öğrencileri ve kadın hekimler üzerinde daha fazla hissediliyor, şiddet katmerleniyor, kadın sağlık çalışanları daha fazla sağlıkta şiddette uğruyor. 

“Erkek branşı” olarak görülen cerrahi branşlarda kadınların başarısız olacağı, “ailelerine” yeterince vakit ayıramayacakları düşünüldüğünden kadın öğrencilerin cerrahi ile ilgilenmeleri çoğunlukla yadırganır. Kadın intörnlerin poliklinikte, erkek intörnlerin ameliyathanede çalıştırıldığı, kadın intörnlerin ameliyatlara giremediği fakülteler var.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve erkek egemenliğine dayalı kültürel kalıplar ve tıptaki eril kurumsallaşma sınıf arkadaşlarımızla, hocalarımızla ilişkilerde kullanılan dile de yansıyor; eğitim ve çalışma ortamlarında kadınları ve farklı cinsel yönelimleri aşağılayıcı, homofobik dil egemenliğini sürdürülüyor ve bu olağan karşılanıyor.

Tüm bu tablo ile de kadın tıp öğrencilerinin şiddet sarmalındaki öğrenimleri süresince bilinen ve/veya bilinmeyen pek çok sebeple motivasyonlarını kaybettiğini ve hayallerinden vazgeçtiklerini görüyoruz.

Erkek şiddeti evlerden, kampüslerden taşıyor; fakültelerimiz ve hastanelerimiz giderek tacizin, şiddet biçimlerinin arttığı, kadınlar için güvensiz olan alanlardan biri haline geliyor. Kadınlar her alanda şiddetle, tacizle, ölümle burun buruna yaşamaya zorlanıyor.

Kadın sağlık hareketinin mirasını büyütelim! 

Fakat tüm bunların karşısında, tüm saldırılara karşı var olma savaşı verdiğimiz bir kadın sağlığı hareketi var! Şifacı kadınlar, Birinci dalga feminizmi ile yükselen 1830-40 yıllarında Amerika’da halk sağlığı hareketi, İkinci dalga feminizmi ile kadın sağlık çalışmalarının başlaması, 1960’lı yıllarda kadın bedeninin özgürleşmesine dayanması, 1969 mayısında Ekmek ve Güller örgütü pek çok alanda kadınlar ve bedenleri üzerine atölye çalışmaları yapması…

Tıp eğitim ve uygulamalarındaki cinsiyetçiliği yıkabilmek, bedenimiz ve emeğimiz üzerindeki ataerkil kapitalist sömürü ilişkilerinden özgürleşmek ancak Kadın Sağlık Hareketi ile mümkündür!


Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button