Bilge Eren
İTÜ’de yurt kapasitesi yeterli değil. Bu konuda adım atılmadıkça öğrenciler mağdur oluyor.
İstanbul Teknik Üniversitesinin (İTÜ) devasa kampüsünü elbette ki birçoğunuz duymuştur. Üniversiteye başlarken en büyük heyecanım kampüs yaşamını deneyimleyebilecek olmaktı. Gerek ailem gerekse benim için küçük bir şehirden İstanbul gibi bir metropole gelmenin en güvenli yolu kampüs yaşamıydı. Ne yazık ki kampüste ben ve benim gibi pek çok kadın arkadaşıma yer olmadığını fark etmem uzun sürmedi. Yazımda genel hatlarıyla İTÜ’deki barınma sorununa dair, öğrencilik hayatım boyunca şahit olduğum olaylardan bahsedeceğim.
Yurt hakkı listesindeki usulsüzlük
Üniversiteye başladığım 2016 yılının Eylül ayında, İTÜ kampüsündeki yurtlarda barınabilmek için yüzlerce öğrenci gibi ben de başvuruda bulundum. Başvuran öğrencilerin neye göre sıralandırıldıklarıyla ilgili pek çok şey duydum o dönem. Kimi hangi şehirden geldiğine, kimi ÖSYS tercih puanına, kimi ise bölüme giriş sırasına göre olduğunu söylese de benim tek anladığım, yurt hakkı kazanma sırasının yeterince şeffaf yürütülmediğiydi.
Bu savımı desteklemem gerekirse okulun başladığı hafta ben yurt hakkı yedek listesinde 1. sıradaydım. Her geçen gün yurt bekleyen arkadaşlarımın sırası ilerlese de ben hâlâ 1. sırada kalmaya devam ettim. Yeni öğrenciler yurtlara atanıyor, hazırlık sınıfımdaki arkadaşlarımın sırası 10-20 ilerliyordu fakat ben 1. bekleme sırasında olmama rağmen yurt hakkı kazanmıyordum. Alenen usulsüzce, torpille aradaki öğrencileri yurtlara yerleştiriyorlardı.
Geçmişten günümüze şartlar
İki ayın sonunda İTÜ Ayazağa kampüsü içerisindeki bir yurda atandım. Çoğu arkadaşım ikinci döneme kadar bekledi. Yurt sırası beklemenin en kötü yanı, özel yurtların senelik anlaşma yapıyor olması ve sizin yurt sırası beklediğiniz için özel yurtlarda barınamıyor olmanız. Bu süreçte yurt bekleyen kadın arkadaşlarım akrabalarında, otelde ya da okul kütüphanesinde barındılar.
İki sene kaldığım yurtta odalar ikişer kişilikti ve banyosu odanın içerisindeydi. Karşı yurdun odaları ise dörder kişilik ve banyo her katın sonunda 50 kişi için ortaktı. Sadece şans faktörü ile öğrencilerin barınma standartlarının değişmesi de bir başka sorun diye düşünüyorum.
Yurttan ayrılıp eve çıkmamdaki nedenlerden bahsetmem gerekirse, yurtta özel hayatımın olmamasıydı. Giriş-çıkış saatleri, güvenliklerin keyfi ikazları, mutfak kullanımının verimsiz oluşu, gerektiğinde birkaç saatliğine de olsa misafir kabul edilmemesi gibi durumlar hayat kalitemi zedeliyordu. Bu senenin başında, geçmişte kaldığım yurttaki odaların kapasitesini ikiden üçe artırdıklarını öğrendim. Öğrencilerin yaşam alanının daraltılması yerine, kampüs daha verimli kullanılıp yeni yurtlar inşa edilebilir diye düşünüyorum.
Amma velakin, yıllar önce kampüsün belirli bir alanına cami mi, yurt mu yapılsın diye bir anket oluşturulmuştu. O dönem 65 bin öğrencisi olan İTÜ’deki bu anketi, 95 bin oyla cami seçeneği kazanmıştı. Kampüsteki hemen hemen her binada mescid olmasına ve okul nüfusunun yarısından fazlasına yetecek kapasitede yurt olmamasına rağmen ankete saygı duyularak gerçekten de yapıldı o cami. Bu da gösteriyor ki İTÜ’de yıllardır süren yurt krizinin önüne geçilmemesinin nedeni, maddi kaynakların yetersizliğinden veya kampüste kullanılacak alan olmamasından değil; hangi binanın inşa edileceği kararının politik kaygılarla verilmesidir.
Cinsiyetçi ve kısıtlayıcı tavırlar
Güncel yurt kapasiteleri göz önüne alındığında, erkek barınma alanlarının kadın barınma alanlarından daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Bunun nedeni, yakın geçmişe kadar mühendisliğin “erkek” mesleği olarak görülmesi ya da kadınlara akademide alan tanınmaması olabilir. Fakat günümüz şartlarında çoğu bölümde cinsiyet dengesinin olduğu ve her geçen yıl kontenjanların da artırıldığı aşikar. İTÜ idaresinin hala bu konuya yönelik tatmin edici adımlar atmıyor oluşu, İTÜ’nün vizyon ve misyonuna yönelik bizleri hayal kırıklığına uğratıyor. İTÜ’nün bu tutumu, kadın öğrencilerin eğitim sürecinde hala belli noktalarda ikinci plana atıldığını hissettiriyor.
Barınma sürecindeki cinsiyetçilik yalnızca bu kadar değil. Güvenliklerin, erkek yurtlarında çok daha rahat davrandığına, kadın yurtlarında ise gece imzalarına ve özellikle yurtta kalınmayan gecelerde izin belgesi imzalarken sunulan adres detayına çok dikkat ettiğine defalarca şahit oldum. Gelenekselci “Kadın, korunmalı ve denetlenmelidir” ideolojisiyle ailelerimize karşı sorumlu olduklarını hissediyorlardı. Yurt girişinde bulunan koltuklara normalde 23.00’a kadar misafirlerimiz oturabiliyordu fakat bazı güvenlikler hiç oturtmuyor, bazıları sadece erkek misafirlerimizi oturtmak istemiyordu. Ayrıca birkaç tacizci güvenlik vakası yaşandığını da belirtmek isterim.
Nihai sonuç-Zorunlu Göç
Sonuç olarak İTÜ’de yurt kapasitesi yeterli değil. Bu konuda adım atılmadıkça öğrenciler mağdur oluyor. Fizikî yurt şartları kötü olmasa da, İstanbul’daki diğer devlet okulları ile kıyaslandığında fiyatların ortalamanın üstünde olduğunu da ekleyebiliriz. 2018’de ilk evime çıktığımda, yurda ödediğim ücret ile ev kiram aynıydı.
Şu anın şartlarında yurt daha ekonomik bir tercih olabilir elbette ama çoğu zaman öğrencilerin yurt ve ev arasında seçim yapma hakkı olmuyor. Yurt hakkı kazanamadan mezun olan arkadaşlarım var. Çoğu kadın arkadaşım yurtta kalamadığı için hak etmediği şartlarda eğitim almaya çabaladılar. Gözlemime göre genellikle komün yaşama yöneliyorlar. “Komün yaşam” derken, bir ev kiralayıp o evin kapasitesinden fazla bir nüfusta öğrencinin yaşamaya çalışma çabasını kastediyorum. Genelde evin salonunun da yatakhane olarak kullanıldığı, kalabalık, hijyen yoksunu, final haftasında bile odak problemi yaşayabileceğiniz, pek çok sorumluluğunuzun olduğu ve halk arasında “öğrenci evi” olarak tanımlanan bir yaşam biçimi bu.
Öğrenciler için de yeni mezunlar için de bu yaşam formu bir norm haline geldi. Bir yeni mezun olarak hemen iş bulsam bile şuan yaşadığım öğrenci evimi dağıtabileceğimi sanmıyorum. Ekonomik zorluklarımız nedeniyle kişisel alanlarımızın daraldığı gerçeğini kabul etmek zorunda bırakıldık. Sadece ev içinde de değil, pencereyi açtığımızda gördüğümüz ilk beton duvarın kaç metre ileride olduğu da kişisel alanımızın sınırlarını acı bir şekilde gözler önüne seriyor. Daralıyoruz, sınırlanıyoruz, sığmaya çalışıyoruz, küçücük alanlara bütün gelirimizi ödüyoruz… Aile evine dönmek ile küçük şehirlere göç etmek arasında kararsız kalıyoruz ve yurt dışına gidiyoruz.
Böylece İTÜ’deki yurt sorunu kendi gözümden aktarmış bulunuyorum.