Rezan Kağanarslan
Her kaldırım taşında bir eylemin olduğu o yokuşu ilk defa çıktığımda ise son olmayacağını biliyordum.
İstanbul Tabip Odası’nın (İTO) Cağaloğlu’ndaki merkezine gitmeden çıkılması gereken bir yokuş vardır. Yokuşun başından İTO’nun tabelası görünmezken yürüdükçe görmeye başlarsınız beyaz üzerine kırmızı tabelayı.
Her kaldırım taşında bir eylemin olduğu o yokuşu ilk defa çıktığımda ise son olmayacağını biliyordum.
14 Mart Tıp Bayramı / Cerrahpaşa
14 Mart tıp bayramı olarak anılsa ve bayram olması gereği kutlanmak amacıyla bir araya gelinse de 2022’deki 14 Mart’ta da gündem 2 gün sürecek “G(ö)REV”, sağlıkta şiddet, hekimlerin talepleri ve ülkenin partili cumhurbaşkanının bir süre önce ifade ettiği “Giderlerse gitsinler” söylemine karşı yükselen tepkiydi. 14-15 Mart’ta iki gün sürecek grev eylem programının ana etkinliğiydi. Sabah Taksim Anıtı’na bırakılmak istenen çiçekler polis tekmeleri arasında parçalanmış ve tabip odasının önde gelen isimleri darp edilmişti.
Yürüyüş için seçilen adres ise tarihi konumu ve ifade ettiği değerleri ile sembol haline gelmiş Cerrahpaşa’ydı. Yürüyüş ana kapıdan başlıyordu, korteji yakalamıştım. Sabah Taksim’deki müdahaleye inat tüm sahiplenici tutumla yürüyüş sırasında atılan sloganlar Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) uzun süredir sürdüğü “Emek Bizim Söz Bizim” kampanyası çerçevesinde yükseliyordu. Bütçenin hazırlanmasından beri gündemde olan bu slogan getirilen sağlık düzenlemelerinde hekimlerin yok sayılmasına tepki gösteren emek verenlerin söz sahibi olmaları gerektiğini hatırlatan bir slogandı. Sağlık sistemindeki dönüşüm sırasında hekimlere yer vermeyerek hekimleri emeğine yabancılaştırmaya çalışan iktidara karşı hekime söz hakkını hatırlatan ve gücünü hissettiren bir slogandı.
Yürüyüş sırasında bir süre önce “Giderlerse gitsinler” diyen partili cumhurbaşkanına da söyleyecek sözümüz vardı. O gün duyduğumda kalıp değiştirme sözü verdiğim, içime sızan “Susmuyoruz, korkmuyoruz, hiçbir yere gitmiyoruz” sloganı ise kararlığın, direnişin ve ilerleyen dönemlerde sergilenecek dik duruşun izlerini taşıyordu.
Yürüyüş sırasında hastane pencerelerinden alkışlarıyla destek veren hastaların varlığı ise en büyük moralimizdi. Yürüyüşün ardından yapılan açıklamaya katılan diğer sağlık örgütlerini görmek de güç veren ve birleşik mücadelenin önemini ortaya koyan bir tutumdu. “Gitmiyoruz, buradayız” dövizini tutarak önlerde yer aldığım bu eylem aslında İTO ve Tıp Öğrencileri Kolu (TÖK) ile ilk tanışmam olacaktı. Yürüyüş sonrasında çekilen g(ö)rev halayında tanıştığım asistan ve öğrenci arkadaşlarımla yokuşun ilk taşına ayak bastım.
Şebnem Hocayla 1 Mayıs/ Maltepe Meydanı
14 Mart sürecinden sonra ilişkilerimi geliştirdiğim arkadaşlarla 1 Mayıs’ın meşhur kortejlerine TTB ve İTO pankartı arkasında girdik. 1 Mayıs alanına slogan ve dövizlerimizle aktık. Her kortejin görkemi ve neşesi alanda birleşiyordu. 1 Mayıs’ta bir hekim örgütlenmesi ile beraber yer almanın ifade ettiği önem ise dayanışmaydı. Sömürülen kesimler olarak işçilerle beraber bizler de 1 Mayıs alanındaydık. 1 Mayıs alanında özel bir misafirimizle Şebnem Hocamızla (Şebnem Korur-Fincancı) beraberdik. 1 Mayıs coşkumuzla Kardeş Türküler ’in “Gözleri fıldır fıldır hekimin” sözleriyle halaya durmuştuk hocamızla.
Dövizler arasında elden ele dolaşan ve objektiflere takılan anlamlı ve nükteli bir slogan vardı gözlerden kayıp giden: “AKP BİR HALK SAĞLIĞI SORUNUDUR”. AKP’nin son 20 yılda ortaya koyduğu politikaların sağlık sistemine etkilerini ortaya koyan, toplumun iyi olma halini savaş, çatışma ve nefret söylemleri ile baltalayan bu iktidar dilini reddeden, toplum sağlığını gören ve TTB’nin 2018’de hakkında dava açılan “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” sözüne de atıfta bulunan bir slogandı. 2022’nin ilerleyen aylarında beraat alacak bu söze de bir sahiplenmeydi aynı zamanda. Bu döviz dolaşırken gülümsemeleri ile yaklaşıp objektiflerini uzatan gazetecilerin de dikkatini çekmişti. Döviz elimde Şebnem hocayla verdiğim pozlarla mücadelenin içerisinde yer almaya başlıyorum galiba demeye başlamıştım. Şebnem Hoca’nın güler yüzü ve tıp öğrencisi olduğumu söylediğimde gösterdiği özel ilgi ise TÖK’e verdiği değeri de ortaya koyuyordu. Doğru yerde olduğumu hissettiğim bir andı. Eylemle, yan yana durarak, grev halaylarıyla pekişen bağlar artık beni İTO yokuşunun ortalarına getirmişti.
Simit, domates ve İTO toplantı salonu
Tabip odasının konferans salonuna ilk gidişim 25 Haziran’daki “Yoksulluk ve Sağlık” eğitimine katılmamla oldu. Eğitimde tabip odasından ve birçok sivil toplum kuruluşundan Kayıhan Pala ve Hacer Fogo ve temsilciler, çalışmalarını yakından takip ettiğim birçok hoca bulunuyordu. Uzun senelerdir çalışmalarını takip ettiğim hocalarla tanışmak ve çalışma yürütme fırsatı örgütlülüğün, kollektif üretimin ve verilen mücadelenin nasıl müthiş bir birikimle ilerlediğini çok iyi anlatıyordu. Bu konferansla sadece hocalarla ve örgütlülükle tanışmamış, şakalara da konu olan İTO’nun toplantılarında koşuşturma ve yoğunlukla toplantıya yetişmeye çalışan katılımcıları karşılayan simit peynir ve domateslerle tanışmıştım. Yoğun iş hayatı temposunda ancak zaman ayırabildiğiniz bu toplantılarda simit peynir ve ikramlar da politik tutumunu ortaya koyarak yoğun iş temposuna TTB’nin “5 Dakikada Hekimlik Olmaz” dövizinin yanına dizilerek tepki gösteriyorlardı. Sabah erken nefes nefese çıktığım İTO yokuşun toplantı sonu yorgunluğumuzu bu sefer inişinin tatlı eğimiyle karşılaması ise bize bir jestiydi. Yokuş mücadelenin, inişin nazaran tatlı eğimi ise hayalini kurduğumuz uğruna mücadele ettiğimiz güzel günlerin sembolü gibiydiler.
7-8 Temmuz G(ö)revi ve Yürüyüş/ ÇAPA
Sağlıkta şiddete karşı önlem almayan iktidarın göz yumduğu sorunlara rağmen, sağlıkta şiddet bir canımızı daha Dr. Ekrem Karakaya’yı Konya’da bizden koparmıştı. Dr. Ekrem Karakaya ilk değildi ve son olmasını istiyorduk artık. Dr. Ersin Arslan’ın, …… ölümünden sonra önlem almayan iktidarın bu olaydan sonraki tavrının ne olacağı hakkında öngörülerimiz de bizleri yanıltmamıştı. TTB 7-8 Temmuz tarihlerinde genel g(ö)rev ilan etmişti. İstanbul’daki birçok noktadan grev fotoğrafları paylaşılırken bu sefer yürüyüşün güzergahı ÇAPA’dan başlıyordu.
Sağlıkta şiddette kaybettiğimiz canları korumayan, kadın katilleri koruyan, katillere değil hekim arkadaşının anısına sahip çıkmak isteyen kitlelerin önüne barikat kuran bir iktidar vardı. Katledilen hekim arkadaşının anısına sahip çıkan TTB ve birçok sağlık örgütünden gelenlerin oluşturduğu, barikatlara rağmen halktan da destek görerek ilerleyen kitlenin yürüyüşünü hazmedemeyerek müdahale emri vermişti. Hekimlerin halkla buluşmasını, taleplerinin haklılığını halka anlatmasını, öfkesini halkla paylaşarak değişime yönlendirmesini engellemekti amaçları. Halkla beraber yollarda müdahaleye rağmen bir birlik fotoğrafı vardı. Biyoiktidarı ve sağlık sermayesini asıl korkutan bu tabloydu. Sağlığı üretenler ve sağlık hizmetini alanlar beraber ve yanyanaydı ve bu da sermayenin müdahalesine gittikçe kapıyı kapatan bir durumdu. Emek verenlerin söz sahibi olmaya başlamasının ilk işaretlerini görmüşlerdi. Bu fotoğrafta ortaya çıkanı hazmedemeyerek gözleri dönmüş bir şekilde hekim hocalarımıza eyleme katıldıkları gerekçesiyle soruşturma açtılar. 6 Aralık’ta tabip odasında katıldığım basın toplantısında da “Bu işte bir yanlışlık var” diyerek “öldürülen hekimin anısına sahip çıkmak ve sağlıkta şiddeti protesto etmek suçmuş” pankartıyla duruma karşı Şebnem Hocamızın tutuklanmasının ardından örgütümüze yönelik artan tüm baskıları protesto ettik.
Şebnem Hoca’nın Tutuklanması ve Sahiplenme
Türk devletinin Irak’ın kuzeyindeki operasyonda PKK mensuplarına karşı kimyasal silah kullanıldığı iddiasının araştırılmasını isteyen Şebnem Hoca’mızın tutuklanması geldiğimiz noktada örgütümüze yönelik baskıların, linçlerin, karalamaların en üst noktaya taşındığı bir sürecin kapısını araladı. Tüm bunlar uzun süredir “Emek Bizim, Söz Bizim” ve “Susmuyoruz, Korkmuyoruz, Hiçbir Yere Gitmiyoruz” şiarlarıyla sürdürdüğümüz mücadelemizin bir bedeliydi. Şebnem Hoca’nın çalışmalarından, emeklerinden korkan ve eylemlerde ortaya çıkan kararlılık ve güçten korkan sermaye iktidar ilişkisinin TTB’nin önünü kesmek ve korkutmak için attığı bir adım olduğu ise açık. Şebnem Hoca’nın tutuklanmasının bir linç kampanyasına dönüştürülmesi korkunun aksine bizim birbirimize daha çok kenetlenmemizi doğurdu. Şebnem Hoca’nın mücadelesini her alana taşımak amacıyla daha çok sorumluluk hissettiğimiz bir döneme girmiş olduk. TÖK olarak çıktığımız Şebnem hocaya mektup gönderme çağrısına İstanbul Postanesi önünde Eren Keskin ve birçok insan hakları savunucusu ve örgütle beraber gönderdiğimiz mektuplarla katıldık. Postane dönüşünde bekleyen İTO yokuşu bu sefer ise ihtişamını bir tarafına bırakmış, kaldırım taşlarını öfkenin ve hüznün adımlarına teslim etmiş ve yağan yağmurun altında bir sonraki gelişimizi beklemeye başlamıştı.