Barınma Hakkı

Ankara’da Gençliğin Ahvali

Adem

Haberin İngilizce / Kürtçe versiyonları için tıklayınız.

Türkiye’de insanların neredeyse yüzde 40’ının bir evi barkı yok. Bu ahval ve şeraitte en çok kıstırılan, en çok sefaletle boğuşan, nüfus fazlalığı veya bir yük (parazit?) olarak görülen kesime yani öğrenci kesimine mercek tutacağız.  

Türkiye’de büyük bir barınma krizi var. Bu sorun aslında diğer sorunlardan yalıtık değil tabi ki. Barınma krizi insan hayatının neredeyse bütün noktalarıyla kesişen bir sorun: yeme, içme, giyinme, ısınma, okuma… Bütün bu sorunları olumsuz etkilediği için birlikte düşünmeliyiz tüm bu rezillikleri. 

Barınma sorunu bir yaşama daha doğrusu yaşayamama sorunudur. E tabi sınıf savaşının tüm sertliğiyle yaşandığı, kitlelerin ömrünün çalışarak geçtiği, toplumsal hayatın tüm kılcal damarlarında  eşitsizliğin aktığı Türkiye’de bu sorunun köklerinde sınıfın olmadığı düşünmek abesle iştigaldir. Sermayedarların hüküm sürdüğü bir dünyada metalaşmamış tek bir şey kalmadı. Eh yuvalarımız da bundan nasibini aldı. Son kırk elli yılda kitlelerin iyi kötü başını sokacağı yuvaları, süreç içinde piyasaya  bir yatırım aracı olarak sürüldü. Haliyle piyasanın insafına bırakılan insanlar evsiz barksızlaştırıldı.

Avrupa İstatistik Ofisi’nin (European Statistical Office-Eurostat) Avrupa’da yaşam koşullarına ilişkin 2020 istatistiğine göre* Türkiye’de insanların neredeyse yüzde 40’ının bir evi barkı yok. Bu çok can yakan bir veri. Türkiye’de insanların yüzde 40’ının bir yuvası, kendini ait hissettiği, ay sonunda gelecek kirasını düşünmeden, ev sahibinin nemrutluğuna boyun eğmeden yaşayabildiği bir hayatları yok. Bu demek oluyor ki insanların yüzde 40’ı, başının üstünde fahiş fiyatlarla dahi olsa  bir çatı olsun diye yemesinden içmesinden ısınmasından kesiyor. (Gerçi iyi kötü bir evi olanların dahi artık yemesinden içmesinden kestiği günlerden geçiyoruz zira çok güçlü bir sermaye saldırısı var Türkiye’de. Bu başka bir yerde tartışılabilir bir konu)

Bu ahval ve şeraitte en çok kıstırılan, en çok sefaletle boğuşan, nüfus fazlalığı veya bir yük (parazit?) olarak görülen kesime yani öğrenci kesimine mercek tutacağız.  Buna da ülkenin başkenti; Cumhuriyetin hem mekânsal hem ideolojik merkezi olan Ankara’dan bakacağız.

‘’Biz yaşamıyoruz sadece nefes alıp veriyoruz”

Öğrenciler hakikaten böcek gibi yaşıyorlar. Nasıl ki böcekler evlerin kuytu köşelerine yuvalanıyor, kirli pis köşelerini mesken tutuyor, kırıntı peşinde koşuyorlarsa, Ankara’da öğrenciler şehrin bodrum veya kot dairelerinde normal şartlarda kimsenin yaşamak istemeyeceği evlere mahkum olmuş durumdalar.   

Ankara’da da diğer şehirlerdeki gibi gençlik yoksullukla hatta yer yer açlıkla mücadele ediyor. Rutubetli, duvarları dökülen , muslukları akan, kasvetli evlerde yaşıyor (Eurostat’ın aynı verisine göre türkiye böylesi sorunlu evlerde yaşama konusunda Avrupa’da ikinci sırada. Bunun insanın ruh haline olan etkilerine göz ardı etmemek lazım). Üstelik bu 60-70 yıllık harabeden hallice evlere uçuk kiralar ödüyorlar; kiralar şuan semtine göre üç-dört bin lira bandında. Kiradan sonra doğalgaz, su, elektrik, internet faturalarından sıra gelirse karnını doyuracak bir miktar ya kalıyor ya kalmıyor. Çoğu gencin ağzından şu cümleyi duyabilirsiniz: ‘’Biz yaşamıyoruz sadece nefes alıp veriyoruz.’’

Okurken çalışan öğrencilerin sayısı artıyor

Peki Ankara gençliği nasıl hayatta kalıyor? 

Acun Ilıcalı’nın meşhur programı Survivor’ın toplumsal hayatın parodisine dönüştüğü şu günlerde gençlik nasıl hayatta kalıyor? Son yirmi yıllık süreçte devletin verdiği burs ve krediler asgari ücretin üçte biri oranından altıda biri oranına  gerilemiş durumda. (Şu anki burs ve krediler 850 lira. Yeri gelmişken değinmek gerekir: verilen bu krediler gençliğin üzerindeki en büyük kambur ve onu geleceksizliğe ve psikolojik buhrana sürükleyen en büyük etmenlerden biri). 

Günümüz ekonomik koşulları göz önüne alındığında bir öğrencinin ailesinden alacağı maddi desteğin çok cüzi boyutlarda kaldığını tahmin etmek zor değil. Şartlar bizim kaygı eşiğimizi artırmış durumda.

 Aynı anda hem okumak hem çalışmak zorunda olan öğrencilerin sayısı hızla artıyor (‘’öğrenci işi’’ olarak ilk akla gelen garsonluk piyasasında ücretler ve çalışma koşulları açısından Ankara’nın İstanbul’a nazaran çok geride olduğu konuşulan bir mevzu) 

Öğrenciler kahvaltı yapamıyor

Birçoğumuzun yediği öğün sayısı ikiye düşmüş durumda. Artık kahvaltı yapamıyor öğrenciler. Onun yerine nispeten daha ucuz olduğu için okuldaki öğlen yemekleri tercih ediliyor. Böylece bir öğün atlamış ve beslenmelerinden ‘’tasarruf’’ etmiş oluyorlar. 

Çankaya Belediyesi üniversite öğrencilerine hafta içi her gün ücretsiz akşam yemeği veriyor. Bu yemeğe talep o kadar fazla ki sıranın sonu görünmüyor çoğu zaman. Öğrenciler yüzlerce metrelik yemek kuyruğunda kışın soğuğunda beklemekten erinmeyecek haldeler çünkü başka çareleri yok. En azından bir öğünü parasız bir şekilde halledebilmek insanları soğukta üşümeye razı ediyor. 

Tabi bir de simit poğaça veya abur cuburla geçiştirilen öğünler var ve bunların sayısı da epey fazla. Anlaşılacağı üzere çok kötü besleniyoruz ve bunun sonuçları soluk benizler, fersiz kalmış gözler, sivilceli yüzler…

Barınma sorunu yaşamın her alanına sirayet ediyor

Ankara’nın kış mevsimi herkesin malumudur. ısınmak hayli zahmetlidir. bu konuda da peşimizi parasızlık bırakmıyor. doğalgaz ve elektrik o kadar pahalı ki kombi açabilen veya ısıtıcı kullanabilen ögrenci bedelini kazık gibi gelen faturayla ağır ödüyor. Hiç çaresi olmayanlar da gününü kütüphaneler de, AVM’lerde veya sürekli bir şey içmenin dayatılmadığı Starbucks’larda geçiriyor. 

Böylesi rezil koşullarda doğal olarak öğrenciler için eğitimin öncelikli olduğu düşünülemez. Maslow piramidinin en dibinde yaşıyoruz çünkü. Akademik olarak kendimiz donatabilmemiz için sıcak bir yuvamız, kaynayan bir tas çorbamız olması gerekiyor en azından. Kimsenin kitap almaya parası yok, hatta yeri geliyor bir çok dersin kitabının veya notlarının fotokopisini çektirirken bile kara kara düşünüyoruz. Tekrar hatırlatalım; barınma sorunu yaşamın her alanına sirayet eden bir sorundur.

Türkiye gençliği ve Rus romanlarındaki gençler

Tüm bu yaşananların müsebbibi kim? her şehre hiçbir akademik ve öğrenci yanlısı bir kaygı gütmeden sırf o şehrin ekonomisi canlansın ve esnafı para kazansın diye üniversite açan devlet. Üniversiteyi gençlerin işsizliğini geciktirmek için kullanan devlet. Adaletsizliğe, ekonomik krize , kalitesiz eğitime karşı geldikleri ve barınamıyoruz dedikleri için gençlerin bursunu veya kredisini kesip açlığa mahkum eden devlet. Binlerce genç gibi Enes Kara’yı da tarikat yurtları cenderesine sıkıştırıp intihara sürükleyen devlet. Sermayedarların bekçiliğini yapan devlet.

Şu günlerde Türkiye gençliği çoğu kez Rus romanlarındaki gibi melankolik, sefil, yoksul genç kahramanlara benzetiliyor (Aslında kastedilen Suç ve Ceza’nın müthiş karakteri Raskolnikov. Bu arada kapitalizmin gelişmesine paralel olarak kitlelerin yoksulluğa mahkum edilişini de  faş eden İngiliz ve Fransız klasiklerine de bakılabilir feyz almak için. Böylece toplumların hayatına musallat olmuş bu sorunun evrenselliğini gözlemleyebiliriz.). Bu genç kahramanların hikayeleri genellikle hüzünle bitiyor.

Bitmez tükenmez sorunların karşısında küçük hissettirecek veya kayıtsızlığa sürükleyecek sonlara değil, bizim bu sefalet ablukasından kurtulabileceğimizi gösterecek hikayelere ihtiyacımız var. Bunu da gençlik kendi öz kudretiyle yazabilir.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button