Şiyar
Haberin İngilizce / Kürtçe versiyonları için tıklayınız.
Tıp fakültesi eğitiminin niteliği ve niceliği de sağlık politikalarıyla paralellik izledi. 1980 öncesi sekiz olan tıp fakültesi sayısı 2002 yılına kadar 50’yi bulmuş, günümüzde ise 128 tıp fakültesi bulunuyor.
Meslek örgütlerinin temel işlevi meslektaşlar arasında dayanışma kurmak, mesleki hak ve özgürlükleri savunmak. Hekim meslek örgütlerinin amacı ise mesleğin haklarını savunmak olduğu kadar “İyi ve onurlu hekimlik” değerlerini gözeterek toplum ve sağlıklı bir gelecek için mücadele etmek.
Türk Tabipleri Birliği, Türkiye’deki hekimlerin örgütlü sesi
Rekabetçi piyasayla yönetilen ülkelerdeki hekim birlikleri merkez ve merkez sağ olan iktidarlarla birlikte çalışıp genel olarak halkın sağlığını tehlikeye atan politikaları ve sağlığın sosyal belirteçleri olan ekonomik-ekolojik-sosyal problemleri göz ardı ederler. Türkiye’de ise yalnızca hekimlerin özlük haklarıyla alakalı çalışma yürütmeyen, aynı zamanda halk sağlığını korumak ve güçlendirmekle görevli Türk Tabipleri Birliği (TTB), sağlık hizmetinin kamu hizmeti olduğu ve kamusal alanda meydana gelen bir olgunun politik olduğunun bilinciyle çalışmalarını yürütüyor ve halkçı tavrıyla dünyadaki saygın hekim meslek örgütlerinden birisi.
TTB ve ulusal çapta bileşenleri olan Tabip Odaları, 1980’de 12 eylül darbesi sonrasında faaliyetleri bir süre askıya alınıp kapatıldıktan sonra 1984’te tekrar çalışma faaliyetlerine başladı. Eski çalışma yeri İstanbul olan TTB zorunlu olarak Ankara’ya taşındı ve darbe döneminde kaybettiği birçok hakkı ve gücü ile hekimlerin özlük hakları ve halk sağlığı için mücadele yürütmeye devam etti. Yönetici erkleri her zaman rahatsız eden, gücünü örgütlü hekimlerinden alan güçlü bir kurum olduğunu; yetkilerinin ve örgütlenme haklarının kısıtlanmasından, iktidarların gözünün önünde olması için Ankara’ya getirilmesinden anlayabiliriz.
Darbe sonrası bir tabip odası odası kurmak için gereken hekim sayısı 100’den 200’e çıkarıldı. Askeri hekimlerin ve kamuda çalışan hekimlerin üye olma zorunluluğu kaldırıldı, Birlik elde ettiği tek geliri olan aidatların azalmasıyla ciddi bir maddi kayıp yaşadı fakat İyi Hekimlik değerlerinden ödün vermeden çalışmaya devam etti. Günümüzde 100 binden fazla hekimi temsil eden TTB’nin üyelerinin yarısından fazlası kamuda çalışan ve üye olmak zorunda olmayan, gönüllü hekimlerden oluşuyor. Bu gönüllüğün sebebi ise topraklarımızda binlerce yıldır süren, İstanköy’lü Hipokrattan, Bergama’lı Galenden gelen, insan sağlığını önceleyen hekimlik değerleri.
Ülkemizde sağlık hizmetlerinin sağlayıcısı olan fakat yönetiminde söz sahibi olamayan hekimlerin hem kendi hakları için hem de halkın sağlık hakkı için mücadelesi yıllardır sürüyor. İnsan yaşamını önceleyen ve temel ilkesi “yaşamak ve yaşatmak” olan bu meslek, Türkiye’de git gide yapılamaz hale getirilmeye çalışılıyor. Hekimlerse bu duruma karşı yıllardır tabip odaları ve Türk Tabipleri Birliği ile birlikte dayanışarak çeşitli mücadeleler vermiş ve vermeye devam ediyor.
İnsan Yaşamının Olduğu Her Yerde, Halk için TTB
TTB 1980 darbesi sonrasında yapılan idam cezalarında hekimlerin görev almasına dair insan yaşamının bu şekilde son bulduğu bir durumda görev alan hekimler hakkında soruşturma açacağını belirtmesi ve idam cezasının kaldırılmasını talep etmesinden sonra yargılandı, fakat sonucunda Türkiye’de idam cezasının kaldırılmasında en büyük çabayı gösterdi.
2000’lere gelene kadar halka kaliteli sağlık hizmeti verilmesinin yanlış sağlık politikaları ile engellendiğini belirtip günümüze kadar mücadele etti. Kent sağlığının bozulmaya çalışıldığı Gezi Direnişi sürecinde eylem alanlarında polis şiddetine maruz kalan halka göz yumamadı ve gönüllü hekimleri ile tedavi hizmeti verdi. Mersin’de ve yurdun her bir yerinde çevreye ve halk sağlığına zarar verecek her türlü hidroelektrik ve nükleer enerji santrallerinin karşısında durdu. Savaşın ve göçlerin bir halk sağlığı sorunu olduğunu ülkemizin olumsuz koşulları içerisinde dile getirme cesareti gösterip herkesin sağlık ve iyilik halinin devamı için “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” çağrısında bulundu. Günümüzde “5dk’da bir hekimlik olmaz” diyerek, insanlara nitelikli bir sağlık hizmeti sağlamanın devletin en temel sorumluluğu olduğunu hatırlattı..
Bugün içinde bulunduğumuz sağlık sistemindeki sorunlar bir günde oluşmadı, 40 yıllık geçmişe sahip sistemsel ekonomik ve sosyal çürümenin bir parçası. TTB için de önemli süreçlerinden biri olan 1980 darbe döneminden günümüze kadar süregelen ekonomik politikalardan bağımsız olarak yorumlanması yanlış olur.
Sağlığın piyasalaşma süreci ve geldiğimiz noktada yetişen genç hekimler
Ülkemizde AKP iktidarıyla yürürlüğe giren fakat Türkiye’de olduğu gibi dünyanın çeşitli ülkelerinde de temelleri 1970-80’lerde atılmaya başlanan neoliberal politikaların, yani özel sermayeye her türlü fırsatın ve kuralsızlığın kapısının aralanmasının, sağlık alanındaki yansıması Sağlıkta Dönüşüm Programı olarak adlandırılıyor. Tıbbın endüstrileşmesiyle birlikte paralel olarak ilerleyen, bir hastalığı ortaya çıkmadan önce engelleyecek veya bireyin sağlıklı kalmasını sürdürecek koruyucu ve sosyal sağlık hizmetlerinin yerine, hastalık ortaya çıktıktan sonra, insanlar için daha maliyetli olan fakat sermaye için adeta “Allahın bir lütfu” niteliğinde kazanç kapısı olan tedavi edici sağlık hizmetlerine yönelim arttı. Bu noktadan sonra sağlık sektörü yöneticilerinin en önemli amacı bir insanı iyileştirirken elde edilebilecek maksimum kârı sağlamaya çalışmak oluyor.
ABD gibi ülkelerde özel sağlık sistemiyle bu ticaret düzeni işletilirken; ülkemizde ise iktidarlar, birkaç şirketin kâr açlığını doyurmak için Kamu Özel İşbirliği ile Şehir Hastaneleri inşa ediyor ve günümüzde Sağlık Bakanlığı’nın bütçesinin neredeyse 5’te birini bu hastanelerin kira, işletme gibi giderlerine harcamaktan çekinmiyor. İnsan sağlığına “kâr getiren ve getirmeyen” olarak yaklaşan, koruyucu sağlık hizmetlerini ikinci plana atan bu sağlık sistemi aynı zamanda hekimleri de kendi içinde ayrıştırıyor ve temel bilimler olarak adlandırdığımız “biyokimya, patoloji” gibi tanı ve tedavi süreçleri için yol gösteren önemli bilim dallarını “gelir getirmeyen”, çok fazla hasta bakıp çok fazla sağlık harcaması yapacak hekimlik alanları olan “dahiliye” gibi alanları ise “gelir getiren” olarak adlandırıp, yapılan işlem sayısı üzerinden ek ücretler vererek hekimler arasında ciddi ücret eşitsizliği yaratıyor ve aslında sağlıksızlık üretiyor.
Tıp fakültesi eğitiminin niteliği ve niceliği de sağlık politikalarıyla paralellik izledi. 1980 öncesi sekiz olan tıp fakültesi sayısı 2002 yılına kadar 50’yi bulmuş, günümüzde ise 128 tıp fakültesi bulunuyor. Sürekli bir yenisi açılan tabela üniversitelerinin ise ilk amacı getireceği sıcak paradan dolayı bir tıp fakültesi açmaya çalışmak.
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesinden Yasin, tıp eğitiminde içinden geçtikleri süreci “ Nitelikten eksik ve kalabalık amfilerde ‘hasta muayene etmek çok önemlidir’ gibi hekimliğin temel değerleri bize öğretiliyor fakat sağlık politikaları nedeniyle hastanede durumun bundan tamamen farklı olduğu görüyoruz. Kimi zaman hasta yoğunluğundan dolayı bize doğru düzgün bir muayene gösterilecek vakit bile olmuyor.” şeklinde değerlendirdi.
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesinden Mir’in tıp eğitimi ve hekimliğin geleceği hakkındaki görüşleri ise şu şekilde:
“Tıp eğitiminin bizi temelde hekimliğe hazırlama süreci olması gerekirken bundan uzaklaşarak doktor yetiştirme sürecine evrildiğini görüyorum. Hal böyle iken eğitimin niteliğini tartışmamız pek mümkün değil. Eğitim standartlarının fakülteden fakülteye hatta anabilim dalından anabilim dalına değişiklik gösterdiğini görüyoruz. Kimi zaman ortada bir tıp fakültesi yeterliliğinin olmadığı absürt durumları bile görüyoruz. Benim eğitim gördüğüm fakültede aynı zamanda Bandırma Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri de eğitim görüyor, bu öğrenciler kendi üniversitelerinde eğitim vermeye uygun bir ortam olmadığı için buraya geliyor fakat o zaman ordaki fakülte neden var? Bunun gibi pek çok örnek ülkenin dört bir yanında var. Yine de nitelik anlamında bir söz söylemem gerekirse bazı değerli hocalarımızın gayreti sayesinde nitelikli eğitim görüyoruz kimi zaman, fakat bu gayret sürdürülebilir değil. Bu eğitim sistemi sonucunda kendimizi yetersiz hissedeceğimiz ve emeğimiz üzerinde söz sahibi olamayacağımız bir ortam yaratılmaya çalışılıyor. Hekimlerin bir arada ve örgütlü olarak bu zorlu koşulları aşmalarını ise hiç mi hiç istemiyorlar. Hekimleri susturmak zor, bunu unutuyorlar, bu meslek hep insandan yana olacak.”