Depremlerin ardından tekrar başlayan online eğitimin eksiklerini öğrenciler anlattı.
Eğitimin temelini var eden teorik bilgi iken teorik bilgiyi oluşturan da pratik geçmiş. Öğrencilere pratik eğitim verilmezse teorik bilgi etkisini pek göstermez. İşte tam bu adımda günümüzün uygulaması olan ama aynı zamanda günümüzün sorunu da olan online eğitimin eksilerine ve eksiklerine değinelim.
Devlet kurumu oluşturduğu kurumcuklarla (bakanlıklar) güncel toplumun yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak zorunda. Türkiye’de son yıllarda bu kurumcuklar topluma karşı görevlerini yerine getirmiyor. Özellikle eğitimden sorumlu olan kurumcukların başarısızlıkları ortada.
Bu başarısızlıkları yetmezmiş gibi herhangi bir kriz karşısında ilk kurban “uzman oldukları alan” eğitim oluyor. Son yaşanan deprem felaketinde deprem bölgesindeki tüm eğitim kurumlarının kapatılıp öğrencilerin evlere hapsedilmesi tam bir fiyasko. Neden mi fiyasko?
Eğitim kurumları birer sosyalleşme yuvaları. Okuldan uzaklaştırılan ve ailesiyle çadır-konteynerde yaşamaya mahkûm edilen her öğrencinin sosyal ve psikolojik problemleri olacak. Depremi yaşayan bireylere deprem psikolojisini unutturmak için okul mükemmel bir mekân. Ama online eğitim kararıyla bu yaşamsal haklarımız da elimizden alınıyor. Bizlere zindan hayatı dayatılıyor.
Üniversite öğrencilerinin durumu daha ağır. Seçtikleri alanda uzman olabilmek için yüksek öğrenim görmeleri gerekiyor. Online eğitim kararı ile yüksek öğrenim haklarımız gasp edildi. Kalitesiz eğitimin sonucu, kalifiye olmayan elemanların yetişmesi. Devlet kurumunun bu öğrencileri kaliteli şekilde yetiştirmesi için imkanları seferber etmesi gerekirken mevcut sistemde devlet ve iktidar bir olduğundan dolayı alınan kararlar günü kurtarmalık oluyor. Öğrencilerin işi öğrenmek olmalı. Fakat şu süreçte öğrenmek haricinde birçok şey dayatılıyor. Bu dayatmalardan en çok muzdarip olan ise üniversite öğrencileri. Artık özel hayatlarına bile sirayet etmiş bu keyfi uygulamalardan tüm öğrenciler şikayetçi.
“Online eğitimin tek artısı devam zorunluluğu bulunmaması”
Dicle Üniversitesi Matematik bölümünde yüksek öğrenim gören Faruk B. online eğitimin kendisine çok bir şey katmadığını ifade etti.
“Özellikle imkanları bulunmayan arkadaşlarımız için tam bir fırsat eşitsizliği. Ben deprem bölgesinde ikamet ediyorum. Depremden dolayı ekonomik olarak etkilendim. Şu an ailem ile aynı evde kalmaktayız. Bu süreçte maalesef deprem psikolojisiyle yaşıyoruz. Bu psikoloji ile online derslere giriyorum fakat pek bir katkısı olmuyor. Ayrıca üniversitenin online eğitim için bize sağladığı Dicle ALMS uygulaması pek sağlıklı çalışmıyor. Sürekli teknik sorunlar yaşıyoruz. Bunun yanında üniversite hocaları bu sisteme yabancı oldukları için onlar da sürekli problem yaşıyor. Yani hem biz hem de hocalar bu sisteme çok yabancıyız. Bir de uygulamada da sorunlar çıkınca uzaktan eğitim bizim için tuzaktan eğitim oluyor. Tek artısı ise online eğitimin devam zorunluluğu bulunmaması.”
“Hocadan cevap gelene dek sorumu unutuyorum”
Dicle Üniversitesi Gastronomi bölümünde okuyan Zeynep G. İstanbul’da yaşıyor. Ülkeyi etkileyen ekonomik krizden dolayı çalışmak zorunda olan Zeynep onlin eğitime geçilmesiyle yurttan çıkarılmış.
“Zaten Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun bana verdiği burs değil, geri ödemeli kredi. Üstelik 1.250 TL. Bu parayla İstanbul gibi bir yerde yaşamak imkânsız. Hiç değilse üniversite açık iken yurtta kalıyordum ve kira problemim yoktu. Ayrıca yüz yüze eğitim gördüğüm için derslerime daha çok odaklanabiliyordum. Fakat online eğitim kararıyla birlikte yurtlardan apar topar çıkartıldım. Ekonomik sorunlardan dolayı şu an fast-food sektöründe çalışıyorum. Günlük çalışma saati ne kadar sekiz de olsa vardiya sistemine göre 12 -20 çalıştığım için tüm günüm çöp oluyor. Bu yüzden online derslere canlı olarak giremiyorum. Elimden geldiğince sonradan izliyorum. Sonradan izlediğimde de anlamadığım konuları ilgili dersin hocasına e-posta yolu ile soruyorum. Cevabı ise 3-4 gün sonra geliyor. Cevabı gelene kadar iş hayatının temposundan dolayı hangi konuda soru sormuşum onu bile unutuyorum. Yüz yüze eğitimde dersler interaktif şeklinde geçtiği için soru sorabiliyorduk. Fakat şu an iş hayatımdan dolayı derslere canlı olarak giremiyorum. Bu şekilde de çoğu dersi anlayamıyorum. Yani online eğitim öğrencilere zarardan başka bir şey değil.”
“Felaket durumlarında bile yolsuzluk torpil!”
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi olan Mehmet Diyarbakır’da yaşıyor. Ailesi ve kendisi depremden ağır etkilendiler. Evleri orta hasarlı ve evlerinde kalamıyorlar. Bu yüzden mümkün oldukça farklı akrabalarında misafir olarak kalıyorlar. Hükümetin deprem felaketini iyi koordine edemediğini söyleyen Mehmet bu süreçte yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Depremler olağan doğa olayları. Fakat bir ülke liyakat ile yönetilmediği zaman doğa olayları felaketlere dönüşüyor. Bu felakette mevcut hükümet krizi iyi koordine edemedi. Birçok insan hayatını kaybetti. Gidenler gitti, asıl büyük derdi çekenler ise kalanlar. Acılarımız tazeyken barınma sorunu yaşadık. Birçok insanın evi hasar gördü ve korkudan dolayı o evlere giremiyoruz. Akrabası olan akrabasına gidiyor, imkânı olan farklı bir şehirde ev kiralıyor veya yazlığına gidiyor. İmkânı olmayan ise çadırlarda ve konteynerlerde kalıyor.
“Bir de hükümetin yurtları depremzedelere açtık fiyaskosu var. Bizim evimiz depremden dolayı etkilendi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na göre orta hasarlı olarak mühürlendi. Tabii biz korkudan dolayı eve giremiyoruz. Şartlar el verdikçe akrabalarımızda kalıyoruz. Fakat akrabalarım da deprem psikolojisini yaşıyorlar ve ailecek de kalabalığız. Bu yüzden Diyarbakır’daki depremzedelere açılan yurtlara gitmek istedik. Yurda gittiğimiz vakit dikkatimi çeken ilk şey yurtlarda kalan depremzedelerin arabaları ve kendileri idi. Çoğu orta sınıf insanlardı. Yani Diyarbakır’ın varoş mahallelerinden kimseyi orada göremedim. Yurt görevlisine burada kalmak istediğimizi söyleyince kaymakamlığa başvurmamı söylediler. Öyle bir uygulamanın neden olduğuna dair anlam veremedim. Sonuçta elimizde evimizin orta hasarlı olduğuna dair belgemiz vardı ve evimize giremezdik. Direkt almaları gerekiyordu. Neyse, belgemi alıp kaymakamlığa doğru yola çıktım. Kaymakamlığa vardığımda ilgili bölüme başvurdum. Oraya gittiğim vakit neden varoş mahallelerden kimselerin yurda alınmadığını anlamıştım. Bizim gibi ekonomik olarak alt tabakada yaşayan insanlar ellerinde evlerinin hasarlı olduğuna dair belgelerle kaymakamlıkta sıra bekliyorlardı. Tek istedikleri barınabilecekleri bir yer. Ama anlaşılan iktidar burada bile sınıfsal ayrıma gitmişti. Ben de sıraya girerek başvurumu üç saat sonra yaptım. Geri döneceğiz diyerek beni gönderdiler. Fakat bir ay oldu kimse geri dönmedi. Yani biz iktidara göre toplumsal olarak alt sınıfta olduğumuz için veya memur olmadığımız için yurda alınmadık. Demiştik ya felaket durumlarında bile yolsuzluk, torpil! Zaten bu şehrin yöneticileri bu coğrafyadan değiller. Hepsi batı Türkiye’den ithal edilmiş yönetici müsveddeleri. Bu yüzdendir biz dışarıda kalıyoruz.”
Felaketlerde bile kendi toplumunda kutuplaştırma yapıp kendi yandaşlarının çıkarlarını gözeten bir hükümet var mıdır? Acılarımız tazeyken resmi verilere göre! 60 bine yakın insanımız vefat etmişken hâlâ ben-merkezcilik çizgisinde var olan bir yönetim anlayışı. Bu yaşadıklarımız tarihe sadece felaket olarak geçmeyecek. Aynı zamanda utanacağımız anlar diye de geçecek.