Tunahan Gözlügöl
Anayasa Mahkemesi kararları yok sayılırken üniversitelerde de disiplin soruşturmaları muhalif öğrencileri susturmayı hedefliyor.
Günümüzde hukuki dayanağa sahip haklardan yoksun bırakılma halleri gittikçe anayasal bir krize doğru ilerliyor. Milletvekili seçilen ancak tutukluluğun devamına karar verilen Can Atalay hakkında en üst yargı makamı olan ve bütün mahkemelerde bağlayıcılığa sahip Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararı bizzat Yargıtay uygulamamıştı. Bu durum açık bir şekilde anayasanın ihlali olsa da bu karara imza atan hiçbir Yargıtay üyesine soruşturma dahi açılmadı. Sonuçta Atalay’ın milletvekilliği de düşürüldü. Geldiğimiz noktada hukuk devletinin gerekliliği olan “bağımsızlık” ilkesi yerini politikliğe bıraktı. Bu durum artık hukukun bir bağlayıcılığının kalmadığını ve fiilen anayasanın yok sayıldığını ifade ediyor. Mahkemeler bundan sonra politik ve taraflı saiklerle işlem yapabilecek ve herhangi bir denetim organı bunu denetleyemeyecek çünkü Anayasa Mahkemesi’nin yok sayılması doğrudan doğruya anayasanın yok sayılması demek oluyor. Bu durum Türkiye’nin içinde bulunduğu yargı krizini oldukça belirginleştiriyor. Yaşanan yargı krizi beraberinde hukuksuzluğun ve politik yargı kararlarının meşrulaştırmasına da yol açıyor.
Özellikle kayyım siyaseti ile üniversitelerin Türkiye’nin mikrokozmuna dönüştüğü bir alanda disiplin soruşturmaları tıpkı taraflı ve politik yargı kararları gibi muhalif öğrencileri susturmaya dönük bir silah halini aldı. Özellikle Boğaziçi Direnişi zamanında sıkça karşılaştığımız uzaklaştırma cezalarının hiçbir somut delil ve gerekçeye dayandırılmaması eğitim hakkının açık bir ihlali. Yine Ankara Üniversitesi, ODTÜ gibi üniversitelerde iktidar yanlısı grupların saldırısına rağmen mağdurun uzaklaştırılması da başka bir işleyiş halini aldı ve eğitim hakkının hiçe sayılmasına yol açtı.
Al parayı ver hakkı
Üniversite yönetimlerinin iktidarın yereldeki polisleri haline gelmesi bu durumu oldukça pekiştirdi. Son süreçte yürürlükten kaldırılan Disiplin Yönetmeliği yerine uygulanan YÖK Kanunu disiplin soruşturmalarını daha muğlak hale getirdi. Nispeten hukuksuzluk açısından ileri bir seviyeye varmamış ODTÜ dahi artık delil dahi bulunmayan soruşturmalarda öğrenciler soruşturmacılar tarafından cezalandırılmadığı halde üniversite yönetim kurulu görevini kötüye kullanarak ceza yağdırıyor.
Eğitim hakkı, taraflı hale gelmiş yargı tarafından dahi korunmuyor. Özellikle son beş yıldır idare mahkemeleri eğitim hakkını kısıtlayan uzaklaştırma cezalarını hukuksuzluğa rağmen sürüncemeye sokuyor. Yargı süreci, eğitim hakkı kısıtlanan taraf lehine sonuçlansa dahi eğitim hakkının telafisi mümkün olmuyor. Örneğin bir ay uzaklaştırma alan bir öğrenci idare mahkemesinin verdiği, huksuz cezanın uygunluğu kararını üst mahkemeye taşımak istese ve üst mahkemeden yürütmeyi durdurma alsa dahi hukuki sürecin kendisi zaten ceza süresi kadar sürebiliyor. Disiplin cezası olan bir aylık süreyi eğitimden men edilmiş şekilde geçirdikten sonra verilen yürütmeyi durdurma kararı hiçbir şey ifade etmiyor ve ceza alan öğrenciyi telafisi mümkün olmayan bir zarara uğratıyor. Buna yapılabilecek tek şey de alınan mahkeme sonucu ile tazminat davası açmak ancak yine belirtmek gerekir ki eğitimsiz geçen zamanın maddi bir karşılığı olmadığı için tazminat sonucu verilen meblağ ne olursa olsun zararı karşılamıyor.
Bütün bu sürecin sonunda yargının politikleşmesi şu durumu ortaya çıkarmaktadır: Parası karşılığı muhalif öğrencinin eğitim hakkı kısıtlanabiliyor. Nitekim açılan tazminat davalarında verilen meblalar da oldukça komik miktarlarda. Günün sonunda manevi ve maddi tazminat almasına rağmen uzaklaştırma alan öğrenci telafi edilemeyecek şekilde eğitim hakkı kısıtlanıyor.
Eğitim hakkı ve hukuki süreç
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği üyesi Av. Şevin Kaya uzun süredir öğrencilerin disiplin süreçlerine dair hukuki süreçler yürütmüş bir avukat. Kaya, öğrencilerin eğitim hakkı için yürüttüğü hukuki süreçler ışığında sorularımızı cevapladı.
Eğitim hakkının yasal temellerini ve tanımını bizlere kısaca anlatır mısınız? Eğitim Hakkı nedir?
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek Protokol Eğitim Hakkı başlıklı 2. Maddesinde “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir” denilmekle eğitim hakkı tanımlanmıştır.
Anayasa’nın Eğitim ve Öğrenim Hakkı ve Ödevi Başlıklı 42. Maddesinde “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir. Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.” denilmekle tanım yapılmıştır. Anayasa’nın 42. Maddesinde yer alan eğitim ve öğrenim hakkı, kamu otoritelerine bireyin eğitim ve öğrenim almasını engellememe negatif ödevini yükler.
Eğitim hakkı, hukuk düzeni tarafından bireylere tanınan öğrenme-öğretme ve eğitim almanın yanı sıra kendini geliştirebilme gibi yetkileri ve bu yetkilerden yararlanılması bireyin iradesine bırakılan çıkarları ifade eder. Her bireyin doğuştan sahip olduğu ve devletler tarafından eşit biçimde sunulması gereken bir haktır. Eğitim, temel bir insan hakkıdır. Bunun nedeni, eğitim hakkı ile insanların başka hak ve özgürlükleri kendileri için kullanılır hâle getirmeleri ve onlardan faydalanabilmeleridir. Bireylerin eğitim hakkı ihlalleriyle karşılaşmaları hem bireysel hem de toplumsal olarak negatif sonuçlar doğuruyor. Bireylerin eğitim hakkını kullanmalarında devlet öncelikle sorumluluk taşıyor. Bu sorumluluk hem ulusal hem de uluslararası düzenlemelerden kaynaklanıyor.
Eğitim hakkı kısıtlanabiliyor mu? Hangi koşullarda kısıtlanabilir?
Eğitim Hakkı Anayasal bir haktır. Anayasanın 13 üncü maddesi “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” deniliyor. Bu madde sınırlamaların nasıl yapılabileceğini gösterir bir madde konumunda.
Eğitim hakkının kısıtlanmasına dair meşru amaç ve sınırlama arasındaki dengenin sağlanması, hakkın korunması için elzem. Bu amaçla eğitim ve öğretimin sunulduğu kurumlar olan okullarda düzenin sağlanması ve eğitimin en verimli şekilde aktarılması için öğrencilere yönelik öngörülen disiplin kurallarıyla öğrencilerin eğitim hakkı da dâhil olmak üzere birtakım temel hak ve özgürlüklerine karşı sınırlamalar getirilebilir.
Son yıllarda verilen disiplin cezalarının eğitim hakkını engellediğini düşünüyor musunuz? Neden?
Son yıllarda eğitim hakkını sınırlandıran bir durum olarak disiplin cezalarının arttığını görüyoruz. Öğrenciler çeşitli bahaneler ileri sürülerek verilen disiplin cezaları ile baskı altına alınmaya çalışılıyor. Verilen disiplin cezalarının birçoğunun yasal dayanağı bulunmamakla birlikte açılan davalar sonucunda iptal edildiğini görüyoruz. Disiplin cezaları öğrenciler üzerinde bir sopa edasında kullanılıyor.
Yürütmüş olduğunuz hukuki süreçler hakkında deneyimlerinizi aktarır mısınız? Hukuki süreçler özellikle delilsiz ve gerekçesiz verilen cezaların herhangi bir zarar yaratmadan durdurulmasını sağlıyor mu?
Öğrencilere verilen disiplin cezalarına ilişkin açmış olduğumuz davaların çoğunda; okullar tarafından öğrencilerin savunmaları alınmadan ceza verildiğini görüyoruz. Anayasal bir hak olan savunma hakkının okullar tarafından engellendiği, gerekçesi belli olmayan disiplin cezaları ile karşı karşıya kalıyoruz. Çoğunlukla öğrencilerin okul dışında katıldığı faaliyetler, kolluk tarafından okula bildirilmekle öğrenciler okul dışında katılmış olduğu etkinlikler nedeniyle okul tarafından disiplin cezalarına maruz bırakılıyor. Bir öğrenci okul dışında katıldığı basın açıklaması nedeniyle hakkında uzaklaştırma kararları veriliyor, KYK bursu kesiliyor. Öğrencilerin demokratik hak kullanımları okul eliyle engellenilmek isteniliyor.
Hukuki süreçler özellikle uzaklaştırma kararlarında oluşabilecek zararları telafi edebiliyor mu?
Uzaklaştırma kararlarında öğrenciler için telafisi imkansız zararlar oluşuyor. Kararın iptali talebiyle açtığımız davalarda yürütmenin durdurulması taleplerimiz ya çok geç karara bağlanıyor ya da reddediliyor. Dava sonucunda işlemin iptaline karar verilse dahi, öğrenciler açısından dönem tekrarı gerekiyor. Bu haliyle eğitim süreçleri uzuyor ve denklerine göre daha geç mezun olmak zorunda kalıyorlar.
Hukuki süreçlerin tamamını özetlediğinizde, son zamanlarda yaşanan yargı krizini de göz önünde bulundurarak, eğitim hakkının nitelikli bir şekilde korunduğunu düşünüyor musunuz?
Eğitim hakkının nitelikli bir şekilde korunduğunu söylemek çok zor. Eğitimin bağımsız olmaktan çıktığı, kolluğun okul yönetimleri üzerinden baskı kurarak öğrencilere müdahaleye zorlandığı, okulların içerisine kolluğun bulunduğu bir ortamda eğitim hakkının korunduğu söylenemez. Modern Eğitim verme anlayışına yaklaşmaktan ziyade, okullar tarafından nitelikli ve bağımsız bir şekilde eğitim verme amacından çok uzaktayız. Bu nedenle öğrencilerin eğitimlerine yurtdışında devam etmek istediklerini, kalifiye ve nitelikli mezunların azaldığını görüyoruz.