*İdil Erdoğan
İstanbul Üniversitesi’ndeki Kadın Çalışmaları Komisyonu’ndaki kadınlar ile güvenli kampüs talebini, kadın kulüplerinin karşılaştıklarını konuştuk.
İstanbul Üniversitesi’nde Kadın Çalışmaları Komisyonu’nun kampüsteki görünürlüğünün arttığı, üye sayısının 3 katına çıktığı bir tablo da dönem başından beri bizi karşılıyor. Güvenli kampüs talebi önemini koruyor.
Kadın Çalışmaları Komisyonuna neden katıldın?
Rojda: Üniversiteye geldiğimde bir kadın topluluğunda bulunmak ilk yapacağım şeylerden biri oldu. Özellikle gündemin bizi getirdiği koşullarda, her gün öldürülen kadınların sayısı, güvensiz sokaklar, güvencesiz bir gelecek artık üniversiteli benin bir şeyler yapması için en önceli alan belki de her şeyi öğrendiğimiz kampüs, üniversiteydi.
Buradaki işleyiş sana ne gösteriyor? Üniversitede kadın kulüplerinin nasıl bir önemi var?
Rojda: Yaşadığımız bu atmosferde, en yakınımızda belki yapılan eylemlerden duyduğumuz bir şey var: dayanışma yaşatır! 7 Ekim eylemlerinde bunu duyduk. CİTÖK için birlikte mücadele verdiğimizde de gördük. Günlük yaşadığımız sorunları bunu okuyan birçok arkadaşım örneklendirir, birçoğunu da kampüste ve sıralarımızda görüyoruz. Bir akademisyenin hiyerarşik baskısı, tacizi, yurda giderken karanlık bir kampüs, hijyenik olmayan tuvaletler… Bunlar çok temel problemlerimiz olarak karşımıza çıkıyor. Üniversitede kadınlar olarak ise kulüp etkinliklerinde, buluşmalarımızda birbirimize anlatıyoruz. İşten eve giderken ne yaşadığımızı da birbirimize anlatabiliyoruz, ped var mı diye de birbirimize soruyoruz. Komisyon bugün bizim için diğer kadınlarla ağ kurabildiğimiz bir çatı. Bu ağ köklenerek uzandığında ancak dayanışmamız geleceğimizi yaşatacaktır.
Kadın kulüpleri bugün ne gibi sorunlar yaşıyor?
Üniversiteli genç kadınlar için aynı zamanda bir dayanışma alanı açtığını söylemiştik aslında, komisyon açısından da üye sayımızın artmasıyla, çalışmamız da yoğunluklu olarak artıyor. Yoğun bir talebi karşılamanın en temel çözümü ise kampüste alan bulmak tabii. Etkinliklerimizi yapabilmek için bir oda olmasını geçtik, uygun bir sınıf için bile birçok bürokratik engel çıkıyor karşımıza. Bir tanışma toplantısı için izin almaktan ziyade olumlu olumsuz bir cevap bile alamadığımız bir döneme başladık. Çareyi ise bahçede soğukta buluşmakta bulduk. Bu örneklerden biri sadece. Kadına şiddetle ilgili yapılacak bir etkinliğin içeriğinin, 6284 yasasının tartışılmasının, nasıl bir üniversite istediğimiz sorusunun sakıncalı görülmesine kadar türlü türlü baskılanma unsurlarını görebiliyoruz. Etkinlikler için kampüsümüzde alan bulamamak şöyle dursun civardaki kafelerde etkinlik yapmak bir alternatif, orada ise kulüp etkinlikleri için kulüplerden kişi başı belirli bir ücret isteniyor. Böylesine bir duruma itildiğimizi görmek gerekiyor. Üniversiteler arasında bütçeden 2025 yılı için en çok ödenek alan 2. üniversite olduğumuzu biliyoruz ama akşamları eve dönerken de karanlık bir kampüs yolundan geçtiğimizi de görüyoruz. Kampüsten Vezneciler Kız Yurdu’na geçene kadar bile kapkaranlık bir yol bekliyor bizi. Kütüphaneden çıktığımızda birkaç kadın birlikte yürümek bulduğumuz çözüm oluyor. Karanlığa kalmamak için erken saatte okulu terk etmek bir çözüm olmamalı. Bu sefer de kampüste alan bulamıyoruz ve okuldan uzaklaşmak zorunda kalıyoruz. O halde kampüs ve çevresinin ışıklandırılmasının artması bugün özellikle kadınlar için bir ihtiyaçken biz tam tersiyle karşı karşıyayız. Nerede ders çalışacağız o vakit? Nerede sosyalleşeceğiz? Kampüs ne demek oluyor? Bunlar soru işaretleri.
Nazlı: Tuvaletler hijyenik değil. Peçete, tuvalet kâğıdı, sabun gibi hijyen malzemeleri minimum seviyede, yetmiyor haliyle. Önceki dönemlerde kadınlar dayanışma için tuvaletlere askıda ped gibi uygulamalar başlatmıştı. Sonra kaldırıldı tabii. Bütçeden güvenli ve hijyenik bir kampüs için ayrılan bütçe bugün nasıl bir anlayışla karşı karşıya olduğumuzun göstergesi o halde. Üniversite bütçesinin öğrenciler ve kulüpler için harcanabildiğine şahit olmak isterim. Aydınlık ve güvenli bir kampüs, hijyenik alanlar üniversiteli genç kadınlar için öncelikli talepler.
Taleplerin aciliyeti görünürlüğünü de artıyor bu şekilde. Geçtiğimiz dönem sonu senato kararıyla CİTÖK yönergesinin antidemokratik bir şekilde değiştirildiğini söyleyelim, bu dönem başında ise Ayşenur ve İkbal için olan eylemler, üniversitede kadınların yaşadıkları sorunları da öne çıkardı. Birçok bölümde farklı şekillerde şikayetler yükseldi ve CİTÖK’e yönlendirilen de bir süreç oldu. Şikayetlere direkt bir dönüş yok fakat yönetimin durumla ilgili basın açıklaması yaptığını da gördük. Etkin CİTÖK söylemi bu gibi örneklerle somutlaşıyor. Bugün yaşadıklarımız etkin CİTÖK’ü acil bir ihtiyaç kılıyor ama karşımızda kapsamı daraltılmış bir yönerge var. Bu durumda ise nitelikli ve kapsamlı yönerge için mücadele etmek de yine bize düşüyor.
Yaşanılan bu sorunlara karşı ne yapmalı? Kulüpler nasıl alanlar olarak görünüyor? Üyelerinizle nasıl ve nerede buluyorsunuz çözümü?
Rojda: Bugün kadın kulüpleri yalnızca bir kulüp olmaktan öteye geçiyor. “Nasıl bir kampüs istiyoruz?’’dan, “Nasıl bir yaşam istiyoruz?’’a kadar el ele tuttuğumuz bir alan burası. Dayanışmayı burada örüyoruz. Fakültelerdeki tüm kadınlara kadar uzanıyor. Bir ihtiyaca karşı bir araya gelebiliyoruz. Öyleyse alanlarımıza sahip çıkmamız, onu güçlendirmemiz gerekir. Bunu kampüste yapabildiğimizde yaşamımızın her alanına da yayabiliriz. Bugün üniversitede karşılaştığımız sorunlar, baskılar yaşamamızın her alanında karşılaştıklarımızın bir simülasyonu. Çözümü ise deneyimimizde saklı, dayanışma yaşatır.