*Yasemin Aktürkoğlu
Ben Ege Üniversitesi’nde öğrenciyim. İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’in öldürülmesi beni çok yaraladı, bu olayların ardından düzenlenen eylemlere katıldım. Kadınlar olarak bir arada olmanın verdiği güç sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal bir güven de yaratıyor.
İkbal ve Ayşenur’u bir 4 Ekim günü erkek şiddetinin sonucu olarak kaybettik. 2024 yılının Ekim ayı, kadın cinayetleri açısından son yılların en yüksek verisine sahip. Kaybın ardından gerçekleşen eylemlere rağmen Ekim ayında erkekler 48 kadını öldürdü, 23 kadın da şüpheli şekilde ölü bulundu.
Ben Ege Üniversitesi’nde öğrenciyim. İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’in öldürülmesi beni çok yaraladı, bu olayların ardından da hem İzmir’de hem de kampüsümüzde düzenlenen eylemlere katıldım. Eylemlere katıldığımda kadınların bir araya gelip seslerini güçlü bir şekilde duyurması da beni gerçekten çok etkiledi. Dayanışmak, her an bir arada olmak, birbirini anlamak ve aynı şeyi desteklemenin gücünü hissetmek çok güzeldi. Kadınlar olarak bir arada olmanın verdiği güç sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal bir güven de yaratıyor. O kalabalıkta kendimi yalnız hissetmedim. Herkes birbirinin acısını paylaşıyor, birbirini anlıyor. Bu benim için bir umut kaynağıydı. Aynı zamanda eylemlere katılmak beni bir şekilde güçlendirdi. Bir yandan da kendi korkularımla da yüzleştim.
“Cinayetlerin önüne geçilemiyor”
Bir yandan dayanışmanın gücünü hissediyorum diğer yandan sürekli bir korku var içimde. Eylemler ve bu tür toplumsal tepkiler önemli ama bir kadının her gün dışarı çıkarken, her adımını atarken sürekli bir tehdit altında hissetmesi çok başka bir şey. Erkek şiddeti her geçen gün daha da artıyor ve biz buna karşı sadece sesimizi çıkararak tepki gösteriyoruz ama bu cinayetlerin önüne geçilemiyor. Kadınların gece dışarı çıkması, yalnız kalması, giyimi her an bir tehlike oluşturuyor. Bu gerçek, hem bir dayanışma atmosferi hem de sürekli bir güvensizlik arasında bir boşluk oluşturuyor.
Bir değişim olması gerektiğine kesinlikle inanıyorum ama bu değişim çok yönlü olmalı. Sadece eylemlerle değil, aynı zamanda eğitimle, toplumsal farkındalıkla ve hukuki düzenlemelerle de değişmeli. Kadın cinayetlerinin durdurulması için devletin daha aktif bir şekilde hukuku uygulaması, faillerin cezasız kalmaması ve İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması çok önemli. Ama en az bunun kadar, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda eğitim verilmesi, her yaştan insanın bu konuda bilinçlendirilmesi gerekiyor. Erkeklerin de kadınlara eşit bir şekilde yaklaşmayı öğrenmesi şart. Kadınların bir araya gelerek sesini duyurması, tabii ki çok kıymetli, ancak asıl dönüşüm, toplumsal yapının her katmanında eşitlikçi bir yaklaşımın benimsenmesiyle gerçekleşebilir.
“Dayanışmanın gücüne inanmak zorundayız”
Geleceğe dair umut taşımak zor, çünkü her gün yeni bir cinayet haberi alıyoruz. Ancak bir kadın olarak, bir araya gelmenin, dayanışmanın gücüne inanmak zorundayız. Bu cinayetlerin sona ermesi için sadece eylemler değil, toplumsal yapının her yönüyle değişmesi gerekiyor. Kadınların güçlendirilmesi, hukuk sisteminin kadın dostu hale getirilmesi ve erkeklerin de şiddete karşı duyarlı hale gelmesi gerekiyor. Evet, umutsuzluğa kapılmak kolay ama bu dayanışma atmosferi bana umut veriyor. Birlikte sesimizi duyurduğumuzda, bir şeyler değişebilir. Her birimizin içinde taşıdığı bu gücü topluca bir araya getirmek bu mücadelenin en önemli parçası olacak.
Dayanışma, mücadele etmek, sesimizi yükseltmek…
Bütün bunlar geleceğe dair umudumuzu yeşertiyor.