Mert Batur
Haberin İngilizce / Kürtçe versiyonları için tıklayınız.
Gazeteci Hazar Dost ile barınma sorunu ve Mehmet Sami Tuğrul cinayeti haberini konuştuk.
Hazar Dost, 2021 yılının Eylül ayından beri barınma hakkı ile ilgili önemli haberler yapan, bu haberlerden birini araştırdığı sırada gözaltına alınan bir gazeteci. Hazar’la geçtiğimiz bir yılda barınma sorununa dair neler yaşandığını, barınamıyoruz eylemlerini ve gözaltına alınmasına sebep olan Mehmet Sami Tuğrul cinayeti haberini konuştuk.
Hazar Dost, İstanbul’da haber takibi yaptığı bölgelerde karşılaştığı barınma manzaralarını, Mehmet Sami Tuğrul cinayetinin araştırırken Antalya’da gördüğü durumu anlattı. Barınma sorununun çözümüne dair neler yapılabileceğini ve bu sorunun temel niteliklerini konuştuk.
“2021’de KYK yurt kapasiteleri düşerken İlim Yayma Cemiyeti’nin yurtlarında kapasite arttı”
Senin geçtiğimiz sene yapılan Barınamıyoruz eylemleri öncesinde de bu konuyla ilgili haberlerin vardı. Oradan başlayalım. Barınma nöbetleri öncesinde durum neydi?
O dönemde öğrencilerin barınma kriziyle ilgili mesele şuradan patlıyordu: Kredi ve Yurtlar Kurumu (KYK) yurtlarının sayısı sabit kalıyordu ama öğrenci sayısı sürekli artıyordu. Bu pandemi döneminde uzaktan eğitim sebebiyle çok fark edilmedi. Öğrenci sayısı bu iki yılda artarken herhangi bir KYK yurdu yapılmadığından, öğrenciler yurda döndüğünde belli bir sorunla karşılaşması beklenen bir durumdu. Ev sahipleri de iki yıllık zammı bir anda yaparak değişik bir yol izledi. Bu öğrencilerin barınma krizinin ortaya çıktığı an oldu. İstanbul’un her yerinde öğrenciler aynı anda ev aramaya başladı ve bu piyasayı bir anda canlandırdı.
Aynı dönemde şöyle bir şey ortaya çıktı: İktidara yakın olan yurtların kapasitesi sürekli artıyordu. Bu nasıl oluyor diye araştırmaya başladık. Kamuoyunda bilinen beş vakfın kapasitesinde yüzde 200’e varan bir artış olduğunu gördük. Bu artış da kamu kaynaklarından aktarılanlarla, belediyelerin aktardığı imkanlarla yaşanıyordu. Bunu daha önce sızan Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) belgelerinden de biliyorduk fakat böyle bir yoğunlukta olduğunu bilmiyorduk.
Bazı vakıflar bu bilgileri kamuoyuna açıklıyor ama bazıları gizliyordu. İlim Yayma Cemiyeti’ni gizliyordu örneğin. İlim Yayma Cemiyeti, iktidarla beraber en fazla kapasite artışı sağlayan vakıflardan biri çünkü 15 Temmuz’dan sonra FETÖ’den alınan yurtların çoğu bu vakfa tahsis edildi.
Bilal Erdoğan’ın Yönetim Kurulu’nda olduğu vakıf değil mi bu?
Evet evet… Yurtların bu vakfa tahsis edilmesinin bir sebebi de bu işlerle yıllardır onların görevlendirilmiş olması. İktidar; Ensar, TÜGVA gibi vakıflara bu işin daha çok “sivil toplum” ayağını verirken İlim Yayma Cemiyeti’ne de yurt işleri görevini vermişti. İlim Yayma Cemiyeti de yurtlarla ilgili bilgileri ve kaynağı gizliyordu. Bizim ortaya çıkardığımız buydu. Faaliyet raporlarını incelediğimizde, açılan yurtların adresleri yazıyordu ve bunlar yıllar boyunca sayfa sayfa artıyordu. 2010’da bir sayfa olan yurt listesi, 2021’e geldiğimizde üç-dört sayfaya varmaya başlıyor.
İktidar bu süreçte KYK yurtlarının kapasitesini artırdığını iddia ediyordu ancak 2021 yılında ortaya çıktı ki İstanbul’da kapasiteler düşmüş. Örneğin bazı KYK yurtları 15 Temmuz darbe girişiminin ardından kapatılıyor. Çünkü bu yurtların ya mülk sahibi doğrudan Fetullahçı olduğu için ya da bu yurtlar FETÖ tarafından inanılmaz şekilde ele geçirildiği için kapatmaktan başka çare kalmamış. Mağdur olan tarafsa yine öğrenciler oluyor tabi.
Evler ile ilgili durum da kötüydü. Örneğin Kocamustafapaşa öğrenciler için en popüler semtlerden biri. Bugün orada 1+1 evler için beş-altı bin lira kira isteniyor. Benim gittiğim dönemde -2021 Eylül ya da Ekim- camı olmayan bir eve bin 400 lira para isteniyordu. Bu çok uçuk bir rakamdı, bugün muhtemelen üç-dört bin lira olmuştur. KYK alan bir öğrencinin burayı ödeme imkanı da olmadığı için sürekli yaygınlaşan bir barınma krizine doğru yola çıktık.
“Bakanlık ranza sistemi bitti dedikten iki gün sonra ranza ihalesi açtı”
Barınma sorunu ile ilgili “Yola çıktık.” diyorsun. Geçen sene yaşanan durum bir olağanüstü hal miydi yoksa uzun süreli bir sorunun başlangıcını mı yaşadık?
Bu kesinlikle başlangıç. Burada asıl bu krizin ne kadar büyük olduğunu göreceğimiz yer şurası: Bu yıl üniversiteyi kazanan binlerce öğrenci neden kayıt olmadı? Ekonomik kriz mi, barınma sorunu mu, geçim sıkıntısı mı… Her yıl üniversiteye yerleşen öğrenci sayısı rekor kırıyor ama kayıt yaptırmayanlarda da bu seneki sayı rekor. (Bu yıl 105 bin civarında) Ben burada temel sorunun barınma olduğunu düşünüyorum. İstanbul gibi öğrencilerin çok yoğun yaşadığı yerlerde krizin boyutları çok büyük. Bugün İstanbul’da 4 öğrenci birleşip bir ev tutamaz.
Çok basit bir denklem var: Öğrencilerin barınabileceği alan en az 27 ilde sabit tutulurken öğrenci sayısı sürekli artıyorsa burada ihtiyaç karşılanamaz. Konut krizi sebebiyle ev de bulunamıyor hatta evi olan da evinden olacak duruma geliyor. İstanbul’da ikili bir şekilde artan konut sorununu hükümet yurt politikası geliştirmeyerek çözmeye çalışıyor.
Yurtların ihalalerini takip ediyoruz örneğin. Gençlik ve Spor Bakanı şöyle bir açıklama yaptı: “Biz yurtlarda ranza sistemini bitirdik.” İki gün sonra Bakanlık, yurtlarda ranza bakımı ve alımı için ihale açtı. Demek ki bitirmemişsiniz, yeni bir sisteme de geçmemişsiniz.
Bu yıl yurt kapasitelerinin 100 bin artırıldığını iddia ediyor iktidar ama bu artışın ciddi bir kısmının yurt odalarındaki yatak sayısının artırılması sebebiyle gerçekleştiğini gizliyor. Dört kişilik odalar altı, altı kişilik odalar sekiz kişiye çıkartıldı.
Zaten KYK yurtlarında nitelikli barınma talebi öne çıkıyor. Barınmak sonuçta dört duvar arasında olmak değil. Nitelikli barınma; öğrencilerin rahatça ders çalışabildiği, uyuyabildiği, müzik dinleyebildiği, sosyal aktivite yapabildiği barınma şekli aslında. Burada sorunu yaratan temel mesele iktidarın yurt politikası. Kamu kaynaklarının aktarıldığı vakıflar kendi konforlu odalarını “Sizleri bekliyoruz!” diye pazarlarken, KYK’larda öğrenciler çok kötü koşullarda kalmak zorunda kalıyor ya da Boğaziçi’ndeki gibi rektörlük tarafından bu yurtlara yönlendiriliyor.
“Herkes farkındaydı ama tek başına tepki gösteremiyordu”
Geçen yıl öğrenciler tüm bu sorunlarla boğuşurken Barınamıyoruz nöbetleri başladı. Sen bu nöbetleri de takip ettin. Gözlemlerin neler oldu? Hem parklarda hem de kamuoyunda yürüyen tartışma açısından…
Barınamıyoruz eylemlerinin kamuoyunda çok hızlı yayılması ve sahiplenilmesinin iki sebebi olduğunu düşünüyorum. Birincisi; herkes emlak fiyatlarındaki artışın farkındaydı ama buna tek başına tepki göstermek absürt geliyordu. Öğrencilerin bir parkta oturup “Barınamıyoruz” demesi, “Yahu hakikaten barınamıyoruz, eve çıksak çıkamayız” diye düşünen insanlar tarafından taleplerin hızlıca sahiplenilmesine sebep oldu. İkincisi bu çok can yakıcı bir problem, acilen çözülebilecek bir problem de değil üstelik ama hayati bir problem. Bu iki sebeple bu talepler çok hızlı yayıldı. Öğrencilerin her söylediği çok meşru bir noktaya dayanıyordu.
Öğrencilerin taleplerine gelen yoğun destek aynı sorunu yaşayan işçi, işsiz, herkesin talebini de içerdi. Bu sebeple nöbetler de hızla yayıldı zaten. Siyaseten de çok hızlı sahiplenildi. İktidarın bu konuya dair açıklamaları ise inandırıcı olmadı. “Barınamıyoruz” diyen öğrencilere “Şununla iltisaklı, bununla bağlantılı” gibi şeyler söylenildi, buna yönelik tepki ise “Çözüm bu mu şimdi?” şeklinde oldu. Gençlik hareketi açısından ise belki de 2014-15’ten beri en reel siyasetin, en reel talebin sokağa yansımasıydı ve barınma krizini gerçekçi bir biçimde Türkiye’nin gündemine soktu.
“Ajanstan haber geçti: ‘Öğrenci yurdunda cinayet”
Bu süreçlerden hemen sonra Antalya’da Mehmet Sami Tuğrul’un bir cemaat yurdunda öldürüldüğü haberini aldık. Sen de bunu araştırmak üzere yola çıktın ama şehrin girişinde gözaltına alındın. Öncesinde ve sonrasında neler yaşandı?
Mehmet Sami Tuğrul öldürüldükten sonra ajanstan bir haber geçti, “Öğrenci yurdunda cinayet” diye. Biz de araştırmaya başladık. Emniyet kaynaklarıyla görüştük, bize bilgi notu hazırlayamadıklarını söylediler. Bunun nedenini bilmiyorum, polisin bilgi notu hazırlayamaması gibi bir durum yok. Talimatla bilgi notu hazırlanmadığını öğrendik. Ben de bunun üzerine araştırma yapmak üzere Antalya’ya gittim.
Bana hakkımda çıkarılmış bir gözaltı kararı gösterdiler. Evet böyle bir karar var ama ne bir neden yazıyor ne de üzerinde bir tarih var, sadece 2021 yazıyor. Bu belgeyi bana gösteren polis beni istediği zaman gözaltına alabilir yani. Biz enteresan bir şey olduğunu anladık orada.
Nitekim oradaki yurt kaçaktı. Antalya İlim ve Kültür Derneği’nin (ALİM-DER) başkanı bir imam hatip lisesinde müdür yardımcısıydı, başkan yardımcısı Akdeniz Üniversitesi’nde akademisyendi. Yurdun bulunduğu mülk, emniyet başmüfettişine aitti. Devlet dairelerinde, emniyet içinde çalışan üst düzey yetkili bunlar ve Antalya’nın göbeğinde kaçak bir tarikat yurdu işletiyorlar.
Oradaki öğrencilerin temel derdi şuydu: “Buna mecbur muyuz?” Herkes haber kaynağımı soruyordu, benim haber kaynağım barınamadığı ve bu yurtlara mahkum edildiği için isyan eden öğrencilerdi. Tanımadığım Akdeniz Üniversitesi öğrencileri bana mesaj atıyorlardı, her şeyi haber veriyorlardı. Bu da onların tepkisinin bir parçasaydı. Çoğu da beni Barınamıyoruz nöbetlerinden tanıdığını söylüyordu.
Mehmet Sami Tuğrul’un öldürüldüğü ve yurt olarak anılan yerin aylık ücreti 450-500 liraydı. Yetkililer oranın bir yurt olmadığını söyledi. Öğrenciler düzenli olarak her ay bu ücreti ödediklerini ifade ediyordu. Öğrencilerden düzenli kira alınıyor, oda arkadaşları belli, içeri terlikle giriliyor… Burası nasıl yurt değil? Hiçbir soruşturma yapılmadı olayla ilgili. Olay kapatıldı. Ben oraya gittiğim için gözaltına alındım ve muhtemelen davaya da dönüşecek ama oradaki yaşananlarla ilgili hiçbir soruşturma yapılmadı. Susurluk kazası gibi bir cinayetti aslında bu. Emniyet, üniversite, Milli Eğitim Bakanlığı ve devlet arasında bu tarikatların nasıl bir bağlantısı olduğunu gösteren bir olaydı.