Alperen Başaran
Bana nasıl hitap edeceğini sormadan tüm hastaneye duyurarak atanan ismimi bağırması, sadece yüzüme bakarak kadınlığa veya erkekliğe sıkıştırılmak; başka bir ihtimalin düşünülmeyişi hak ettiğim şey değil.
Merhaba, ben Zeynep. Şimdi sizlere binlerce hatta milyonlarca insanın her gün yaptığı bir şeyden bahsedeceğim. Aklınıza birçok şey gelmiş olabilir. Uzatmadan yaşadıklarıma geçecek olursam; anlatacağım şey “kısa” bir hastane serüveni.
Sabah çok alışkın olmadığım halde güneşle birlikte yatağımdan kalktım. Normalde giymediğim bol ve renksiz birkaç parçayı üzerime geçirdim. Mevcut sağlık sisteminde iki ay sonrasına zar zor bulabildiğim EKO randevusu için yola çıktım. Hastanenin eksi birinci katındaki boyaları dökülmüş eski koridorunda tüm gözler üzerimdeyken sıramı beklemek için boş bir sandalyeye oturdum. Hiç olmadığım kadar gergindim.
“Öyle biri yok, Zeynep var“
Hastalar birer birer içeri girip çıkmaya başladı ve nihayet sıranın bana geldiğini düşündüğümde başka birinin ismini duydum. Bu isim bir yerlerden tanıdıktı fakat bir o kadar da yabancıydı. Yaşadığım şokla ayağa kalktım ve “Öyle biri yok, Zeynep var ve beni bu isimle çağırırsanız sevinirim” dedim. Hemşire, soğuk ve karanlık odanın içinden uzunca yüzüme baktı. “Ben burada ne yazıyorsa onu söylüyorum. O zaman sen de git kendine yeni kimlik al” dedi. Bu ilk defa karşılaştığım bir şey olmasa da her defasında beni çaresiz bırakıyordu. Doktorumla görüşmeyi talep ettim fakat karşılığında hiddetle aldığım yanıtları anlayamadım bile.
Hızlıca oradan uzaklaştım ve 5-6 kişilik gruba bir şeyler anlatan bir beyaz önlüklüden yardım istedim. O anın şokuyla ne dediğimi şu an hatırlayamıyorum. Ağlayarak anlatmaya başladığım şeyleri dinledi ve elini omzuma dokundurarak “Yaşadığın sıkıntıyı anlıyorum. Herkes bu kadar bilinçli olamayabiliyor. Ben bu sorunu halledeceğim” deyip EKO odasına doğru yürümeye başladı. Döndüğünde ise kurduğu cümleler ötekinden farksızdı. Olayın böyle gerçekleşmediğini, abartılı tepkiler verdiğimi, EKO’yu çekeceklerini fakat rica olarak bu olayın burada kapanıp hukuki yollara başvurmanın gerekmediğini söyledi. Her ne kadar kabullenemesem de zaten çok zor bulabildiğim ve bir iki ay daha bekleyemeyeceğim için “susmak” zorunda kaldım.
Düzenlemeler “göründüğü” gibi değil
Sağlık kuruluşları her birimizin hayatlarına bir noktada temas eden kurumların belki de en başında geliyor. Belki bir sağlık kuruluşunda doğuyor ya da ölüyoruz yani kutlamalarımızı ve vedalarımızı da yine bu kurumlarda yaşıyoruz. Uluslararası ve ulusal birçok düzenlemede sağlık hakkı korunuyor ve insanların sağlığa erişimi konusunda iyileştirmeler yapılıyor. Peki lubunyalar bu düzenlemelerin neresinde konumlanıyor? Sağlığa erişim konusunu lubunyalar özelinde konuşmadan önce batıdan doğuya birçok devletin altına imzasını attığı ve benim de yukarıda bahsettiğim düzenlemelere bir göz gezdirmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Öncelikle hepimizin az çok aşina olduğu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile başlamak istiyorum. Bu bildirgenin ilk iki maddesinin devamındaki maddeler için de koruyuculuğu bulunduğundan örneklemeye buradan başlayacağım.
Madde 1
“Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.”
Madde 2
“1. Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da
toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir.”
Aynı sözleşmenin 25. Maddesi ise şu şekilde:
“1. Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır.”.
Türk hukukunda sağlık hakkı anayasal düzeyde 1961 Anayasasına kadar kendisine yer bulamadı. Halen yürürlükte bulunan 1982 Anayasası tıpkı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde olduğu gibi yaşam hakkını temel alan bir düzenlemeyi içeriyor. Hala kapsayıcı bir sağlık kanunu ise yürürlülüğe konmadı.
Uluslararası ve ulusal düzenlemelerin “herkesi” kapsayıcı şekilde düzenlendiğini hatta yer yer kadın/anne ve çocuk gibi dezavantajlı gruplara pozitif ayrımcılık önerildiğini ve yasalarla korunduklarını görüyoruz. Lubunyalar da düzenlemelerde eşit haklara sahip görünüyor fakat her şeyin bizler için “göründüğü” gibi olmadığını biliyoruz.
Sağlığa erişimdeki basamaklar
Bu yazıda sağlık erişimindeki süreçten birkaç basamak halinde bahsetmek istiyorum. İlk olarak herhangi bir acil durumda yahut rutin kontroller için sağlık kuruluşuna başvurma kısmı geliyor. Daha bu aşamada birçok lubunya sağlık hizmetine erişim konusunda sıkıntı yaşamaya başlıyor. Sağlık kuruluşunda yaşayacağını düşündüğü -yaşaması da çok ihtimal dahilinde olan- birçok problem gözümüzün önüne geliyor.
Diğer hastalardan ve/veya yakınlarından fiziksel ve/veya psikolojik şiddet görür müyüm? Saçım boyalı/uzun/kısa diye yaftalanır mıyım? Piercing ve/veya dövmelerimden dolayı lubunya olduğum anlaşılır mı? Ayrımcılığa ve damgalanmaya kısacası herhangi bir nefret suçuna maruz kalır mıyım? Bu sorulara kafamızda makul yanıtlar oluşturduk ya da oluşturamadık, bir şekilde yaşayabileceğimiz her şeyi göze alarak sağlık kuruluşuna başvurmak için yola çıktık diyelim.
Tam orada ikinci basamağa geçiyoruz. Sağlıklı halimizle bile geçmekten korktuğumuz yollardan geçip binmekten korktuğumuz toplu taşımalara binmek zorunda kalıyoruz. Maddi durumumuz el veriyorsa belki bir taksi tutuyoruz ama orada bile toplu taşımadan daha fazla fobiye maruz kaldığımız oluyor.
Hastaneye ulaştığımızda ise üçüncü basamağa adımımızı atmış oluyoruz. Aklımızdaki korku dolu senaryoların belki de bazılarını yaşıyoruz bu basamakta. Her göz üstümüzde, her nefes ensemizde gibi hissediyoruz çoğu zaman. Bir an önce talep ettiğimiz hizmete erişip hızlıca oradan uzaklaşmak istiyoruz. Çoğu zaman dakikalarca hatta saatlerce bekliyor ve sonrasında kendimizi günde 100-150 hasta görmek zorunda kalan bir hekimin küçücük, boyaları dökülmüş odasında bulduğumuzda dördüncü basamağa geçiyor ve belki de kendimizi şanslı sayıyoruz. Ne de olsa bu odayı incecik iki üç perde ile ayırıp belki en temel hakkımız olan hasta mahremiyetinden mahrum da kalabilirdik.
Bir şekilde doktora derdimizi anlatıyoruz. Bilgisayara anlattıklarımızı yazmayı bitirebildikten sonra bize dönüyor ve belki geçen sürede ikinci defa göz göze geliyoruz. Hekimimiz atanan ismimizin yanında hanım ya da bey demeyi de ihmal etmiyor çoğu zaman. Sonrasında bizden belki bir sürü tetkikler istiyor. Kimisini devlet karşılıyor kimisini ise maddiyatımız yetiyor mu yetmiyor mu diye düşünülmeden yaptırmamız gerektiği söyleniyor. Bazen başvurduğumuz kurumda yeteri kadar ekipman olmadığını duyuyor ve başka bir kuruma sevk ediliyoruz. Hop diye düşüveriyoruz birinci basamağa. Oysa çok şey istemediğimizin farkındayım. İnsan hatta bir canlı olarak sağlıklı olmanın ve gerektiği durumlarda ilgili kurumlara başvurmanın temel bir varoluş hakkı olduğunu biliyorum. Evimden güvenle çıkıp, iyileşmek için başvurduğum kurumdan daha kötü bir halde evime döner miyim korkusunu yaşamak hak ettiğim şey değil. Bana nasıl hitap edeceğini sormadan tüm hastaneye duyurarak atanan ismimi bağırması, sadece yüzüme bakarak kadınlığa veya erkekliğe sıkıştırılmak; başka bir ihtimalin düşünülmeyişi hak ettiğim şey değil.
*Görsel Kaos GL’den alınmıştır.