Alkım Kıvanç
Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum yönetim uzun zamandır İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’nin kapatılmasını ve Fen ve Edebiyat Fakültesi’nin ikiye bölünmesini planlıyordu. 20 Aralık 2023’te İktisadi ve İdari Bilimler Fakülte Binası hakkında değişiklikleri de içeren gündemlerin olduğu bir senato toplantısı düzenleneceği duyuruldu. Bu tarihe kadar ise üniversite bileşenlerinin bu plandan haberi yoktu.
Boğaziçi Üniversitesi fakülteleri hakkında, kayyum yönetimin üniversite işleyişini ve bileşenlerini hiçe sayarak oylamaya “sunacağı” bu değişikliklere karşı Boğaziçi öğrencileri protesto eylemlerine başladılar. 25 Aralık 2023 itibari ile de öğrenciler tarafından özgür, özerk ve demokratik üniversite talebiyle “Demokrasi Nöbetleri” çağrısı yapıldı.
25 Aralık 2023’te kampüsteki nöbete gitmeye çalışan en az 10 öğrenci kartının hiçbir gerekçe gösterilmeden iptal edildiğini öğrendi. Kampüse girişi yönetimin keyfi kararıyla engellenen öğrenci sayısı eylemlere katılan öğrencilerin de eklenmesiyle 16’yı geçti.
Gelelim bu kararların verilmesinde kayyum yönetimin sırtını yasladığı Yükseköğretim Kurulu’na (YÖK) ve onun “Yükseköğretim Kanunu”na.
Türkiye’de siyasal iktidarlar üniversitelerin dinamizminden hep korktu, baskı politikalarının ilk hedeflerinden biri tam da bu yüzden üniversiteler oldu. YÖK, “Yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek” gibi yetkilerle 1981’de, antidemokratik uygulamalarıyla bir “darbe kurumu” olarak hayatımıza girdi. 12 Eylül darbesinnin ardından kurulan YÖK, üniversiteliler üzerinde baskı kurmanın en elverişli aracı oldu. Kurulmasından bu yana üniversite hayatımız boyunca muhatap olmak zorunda kaldığımız YÖK düzeni, başka başka yönleriyle karşımıza çıkmaya devam etti.
Türkiye, o dönemde neoliberal ekonomi politikalarını uygulamaya koyulmuştu ve bu anlamda YÖK, üniversitelerin entegrasyonunu sağlamak amacıyla kurulmuştu. Üniversiteler, sermaye ile daha sıkı bir bağ kurma yolunda ilerlerken, öğrencilerin de müşteri olarak görülmesi hedefleniyordu. YÖK, kuruluşundan itibaren sürekli olarak üniversitelerin özerk alanlarına müdahale etti. Ders programları ve kılık kıyafet yönetmelikleri aracılığıyla belirli bir öğrenci profilini oluşturmaya ve üniversiteleri standartlaştırmaya çalıştı.
İktidara geldiği günden bu yana AKP’nin de toplumu dilediği şekilde tasarlama politikalarının üniversite ayağını YÖK oluşturdu. 2017 referandumunun ardından üniversitelere yönelik baskı politikaları günden güne arttı ve sertleştirildi. Cumhurbaşkanlığı sisteminin gelmesiyle birlikte üniversitelerin işleyiş ve yönetiminin atanmasına dair tüm yetkiler Cumhurbaşkanında toplandı. Üniversitelere AKP’nin arzu ettiği değişimi temsil eden kayyum rektörler atanırken, üniversitelerden topluma baskı, sansür ve kısıtlamalar rutin bir yaşam pratiği haline dönüştürüldü.
Üniversiteler ve üniversite gençliği, egemenlerin yanı sıra ülkemizin ve mevcut dönemin iktidarının doğrudan hedefi halinde. İktidar, üniversiteleri kontrol altına almak ve hatta daha açık bir ifadeyle işgal etmek istediğinden bu hedefine ulaşabilmek için dönem dönem değişen ancak süreğen bir politika izliyor.
Eğitim sistemindeki değişiklikler, üniversitelerin kollukla bütünleşmesi, turnike ve geçiş sistemleriyle üniversite alanlarının denetlenmesi, akademisyenlerin ihraç edilmesi ve kayyum rektörler atanması gibi çeşitli politikalarla bilimsel üretimin de engellendiği bir döneme geçiş yaptık.
Üniversiteyi kendi alanı haline getirmeye çalışan siyasal iktidarın da üniversite içerisinde koltuk bulmuş kayyumların da sırtını yaslamak gayesiyle ilmek ilmek işleyerek var ettiği şey tüm bu nedenlerle Yükseköğretim Kurumu’nun kendisidir. Özgür, özerk ve demokratik üniversiteyi var etme mücadelesinde karşımıza çıkan engelin kaynağı olan YÖK ile mücadele sürdürülmelidir.