6 Şubat’ta Maraş merkezli iki deprem, 20 Şubat akşamı Hatay merkezli 6.4 büyüklüğündeki deprem ve her gün yaşanan artçılar… Depremi Gaziantep’te yaşadım, akabinde hızlıca dayanışma faaliyetlerinde katıldım. Büyüdüğüm sokaklara insanlar büyük bir korkuyla kendisini atmış, gözyaşları ve feryatlar sağanak yağmura karışıyordu. Rant ve talan, binlerce insanımızı koparmıştı Antep’ten.. Henüz depremin ilk dakikalarında telefona sarılıp dile getirdiğimiz “iyi misin” sorusu akabinde “ne yapabiliriz”e dönüştü, dönüştürüldü. Çünkü devlet yoktu. Adeta haritadan silinen ilçelerimize dahi bir yardım gelmedi. Soğuktan donmak ile hasarlı evlerine dönme seçeneklerine hapsedildi hayatlarımız. Enkaz altındaki yakınlarımız ölüme terk edildi. Arama kurtarma çalışmaları başlamamıştı, insanlar kötü hava koşullarında sokakta kalmıştı. Devlet çadır satarken biz ise çadır aradık sevdiklerimize.
Yıkımın asıl sorumlusunun yalnızca deprem değil ihmalkarlık ve rant hırsı olduğunu biliyoruz. Rant odaklı kentleşme ve bilimsel uyarıları hiçe sayan yapılaşmanın getirdiği yıkımı yaşadık hep birlikte. Yıkımın sorumluları depremde halkı “kaderine” terk ettiği gibi ardından da açlığa, susuzluğa da terk etti. Dayanışma ile yaralarımızı sarmaya çalıştık, ikinci gün dayanışma tırları kente gelmeye başladı. Hızlıca ihtiyaç tespiti yapılarak dağıtıma başlandı. Yaklaşık 10 gün Antep’te bulunduktan sonra üniversitemizin yüz yüze eğitime devam etmesi sebebiyle Ankara’ya döndüm. Fakat depremi yaşamış, halkın yardım çığlıklarına tanıklık etmiş, kazma-kürek ile yapılan enkaz çalışmalarından çıkan ölü insanları görmüş herhangi birinin hayatına eskisi gibi devam etmesi olanaksızdı. Acılıydık, yastaydık, öfkeliydik. Anılarımızı, kentlerimizi, tarihimizi, sevdiklerimizi kaybetmiştik.
İlk fırsatta tekrar dayanışma için Hatay yoluna koyuldum.
Hatay’a vardığımızda şehrin üzerini kaplamış büyük bir gri toz bulutu bizi karşıladı. Kentin genelinde, depremin ardından neredeyse bir ay geçmesine rağmen, enkazların büyük bir kısmı olduğu yerde duruyordu. Arabadan indiğimizde direklere yapıştırılmış sayısız kayıp ilanı ile karşılaştık. Hayatta kalanlar, aradan geçen haftalara rağmen ilk günkü dehşet ortamına terk edilmiş durumdaydı hala. Antakya halkı, 6 Şubat’tan beri gün saymıyor, her birinin farklı acısı, kayıpları vardı; yalnızlığa terk edilmiş, çaresizlikle debeleniyorlardı. Bir taraftan da yaşama tutunma çabası..
Temiz suya erişim, lavabo eksikliği, banyo yapamama ve sağlığa erişememe gibi pekçok sebepten halk bulaşıcı hasatlıklarla karşı karşıya bırakılmıştı. Bir aydır banyo yapamayan depremzedeler vardı. Ciddi bir boyutta uyuz ve bit salgını gözlemlerken üst solunum yolu enfeksiyonları hızla yayılıyordu. Depremden sağ çıkanların önümüzdeki yıllarda hastalıklarla boğuşmasını engellemek için kentte yayılan asbestin önlenmesine yönelik hiçbir çalışma yoktu. Enkaz yığınları ise fütursuzca istifleniyordu.
Geniş bir gönüllü ağı ile Hatay’ın dört bir yanında çalışma yürüten, depremin ilk gününden itibaren dayanışmayı ören Hatay Deprem Dayanışması’nın Defne-Çekmece Mahallesindeki koordinasyon merkezinde ve ilk günden itibaren deprem bölgelerinde kendi imkanlarıyla salgın hastalıklara karşı önlem almaya çalışan Türk Tabipleri Birliği ile Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nın Defne’deki koordinasyon merkezinde çalışmalar yürüttük. Hatay’ın köylerine giderek koruyucu sağlık hizmetlerini örgütlemeye çalıştık.
Tüm toplumu sağlıklı kılabilmek için, hastalıklardan koruyabilmek için, hastalıklarını iyileştirebilmek için, yaralarımızı hep birlikte ve dayanışma ile sarabilmek için, kentlerimizi yeniden inşa etmek için ilmek ilmek örülen dayanışmayı büyüterek sürdürülebilir kılmaya ihtiyaç var. Kentlerimizde yükselttiğimiz dayanışma ile gördük ki halk kendi yarasını kendisi sarıyor. Buradan aldığımız güç ve umut ile kentlerimizi, kültürlerimizi yeniden hep birlikte inşa edeceğiz. Yeniden şarkılar dinleyecek, sofralar kuracak, kahkahalar atacağız.
Acılarımız da yasımız da ortak. Yaralarımızı birlikte sarıyor, yeni yaşamı birlikte inşa ediyoruz.